Bıraktığı notu okuduktan sonra hırsımdan ağlayacaktım. Allah’ın belası! Yapacağını yapmıştı işte. Koy gezintisiymiş, balık tutacaklarmış. Peh peh! Anladım ben o balığın ne olduğunu, sen onu külahıma anlat hele. Senin gibi miskin bir herif çıkarı olmadan şuradan şuraya adımını atmaz. Görmedim mi sanıyorsun o çiroza benzeyen sıska arkadaşının telefonuna attığı mesajı. “Svetlana ve arkadaşı da gelecek. Hareket sabah sekizde.” Dilerim bindiğin tekne batar da Svetlana da, sen de, o nanemolla arkadaşın da boğulursunuz. Üç kuruşluk yabancı dilinle elin kadınlarının peşinden nasıl koştuğunu biliyordum da bir tatil köyünde hem de karın yanındayken sırf Rus becermek için boyundan büyük bu kadar yalanın altına girebileceğini hiç ummazdım.
Kayalıklarda sereserpe yatarken. (Foto: Sadık Yarasa) |
Kendimi sakinleştirmek için duşa yöneldim. Soyunup kendimi buz gibi akan suyun altına attım. Bir beş dakika kadar oyalandıktan sonra çıkıp kurulandım. Hemen denize iner miyim? Hayır! Canım ölesiye içip sarhoş olmak istiyordu. Fakat demlenmeden önce temeli sağlam atmak gerekirdi. Saate göz attım. Kahvaltı salonunun kapanmasına az bir şey kalmıştı ve oraya yetişip acilen bir şeyler atıştırmalıydım. Karnım zil çalarken votka limonla midemi delemezdim. Bikinimi giyse miydim içime? Amaaaan sen de... Plaja gitmeden önce nasıl olsa odaya uğrayacaktım. Külotumu giymeden ayağıma çabucak tenisçi stili beyaz pileli eteğimi geçiriyorum. Üstü uyumlu olsun diye de dolaptan kısa ve göbeğimi neredeyse bir karış açıkta bırakan beyaz dar bir lakost seçtim. Sütyene de gerek yoktu bu sıcakta. Zaten tişörtüm dapdaracıktı bir de bu sıcakta ne o öyle mengeneye girmiş gibi? Peki benim gibi yaşı kırka dayanmış mazbut bir hanımefendi tatil köyünde iç çamaşırsız fink atar mı? Atar efendim atar. Şimdi canım böyle istiyor.
Hazırlığımı tamamladıktan sonra çıkmadan önce dolaptaki aynaya göz gezdirdim. Göz kalemiyle ufak bir iki rötuş, birkaç allık darbesi, açık pembe ruj. Ne varmış? Oram buram da görünmüyordu işte. Tabii oturup kalkmama dikkat edersem.
Yemekhaneye indiğimde salon boş sayılırdı. Büfeden alacaklarımı aldıktan sonra içeride oturmaktansa rahat rahat sigara tüttürürüm düşüncesiyle açık tarafa seyirttim. Tepsiyi boş bir masaya yerleştirdim ve oturdum. Şu sandalyeleri de neden arkaya kavisli yaparlar ki? Oturur oturmaz zaten kısa olan eteğim iyice yukarı çıkmıştı. Beyhude bir şekilde aşağı çekiştirdim ama inmiyordu namussuz. Bu işle meşgul olurken gözüm üç masa öteye kaydı. Otuzlu yaşlarının sonlarında görünen şakakları hafif kırlaşmış kumral bir adam kahvaltısını ederken bir taraftan da çaktırmadan bacaklarıma bakıyordu. Giyimi hoşuma gitmişti. Bakımlıydı, beyaz keten pantolon üstüne kırmızı tişört giymişti. Sandaletleri de öyle kıro işi değil sanki o pantolon için özenle seçilmiş gibi duruyordu. Rafine zevkleri vardı anlaşılan. Benim ona baktığımı fark edince gözlerini kaçırmıştı ama renk vermeden beni seyrettiğini anlamıştım. Acaba etim nerelere kadar görünüyordu? Başka zaman olsaydı bunu kişisel bir tehdit olarak algılardım ama şu an yabancı bir erkeğin beni seyretmesi hoşuma gidiyordu. Kahvaltı süresince zaman zaman çaktırmadan göz ucuyla ona baktım. Evet yanılmıyordum. Yiyip içmeyi çoktan bitirmişti ve sırf bacaklarımı ve belki de masanın altından görünen çıplak kasıklarımı rontlamak için oyalanıyordu da oyalanıyordu. Rahat rahat apış aramı da görebilsin diye sırf domuzluğuna bacaklarımı sonuna kadar araladım ve erkekler gibi sandalyemde yayıldım.
Kayalıklarda sereserpe yatarken. (Foto: Sadık Yarasa) |
Nasıl olurdu acaba bu yabancıyla sevişmek? Sadece gözle iletişim kursak ve önce ben kalksam masadan, yavaş adımlarla yemekhanenin kapısına yönelsem, sonra tam çıkacakken adama dönüp davetkar bir bakış fırlatsam..? Fakat davetkar bakış nasıl olurdu ki? Bu yaştan sonra davetkar bakış atmayı öğrenecek halim yoktu herhalde. En iyisi hiç öyle yapmamak, direkt adamın yanına yaklaşıp, “Ben odama çıkıyorum beyefendi, siz de arkamdan gelirsiniz değil mi?” demek. Orospuluğun böylesi! İlahi Seher. Kızım sen bunları yap, dünyaya da kuyruklu yıldız düşsün. Beceremezsin ki... Bak sadece aklına getirmek bile titremene yol açtı. Nerede kaldı niyetlenip de bunları eyleme dökmek? Sen ancak farkında olmamış gibi el alemin adamına frikik verirsin. Geç bunları geç.
Bunları düşünürken kahvaltımı bitirmiştim. Çayımı yudumlayıp bir sigara yaktım, bacak bacak üstüne attım. Eteğim şimdi tamamen bel hizasına sıyrılmıştı. En kuytu yerlerim tabak gibi önünde olmalıydı. Öyle ya, ışık karşıdan vurduğuna göre. Acaba tüm bunları Semih’ten intikam almak için mi yapıyordum? Kimbilir? Peki ya birkaç gündür zaman zaman içimde kabaran kural tanımaz şehvet dalgası kontrolüm dışında sinsi sinsi devreye giriyorsa ve Semih işin sadece bahanesiyse?
Hatırlasana kızım, hiç mi daha önceden Semih’in gizli kaçamaklar yaptığından şüphelenmedin? Semih’in seni her aldattığını düşündüğünde ondan intikam almak için yabancı erkekleri mi aklına düşürüyordun önceden? Hem doktorunun söylediklerini de hatırla ayrıca. Tüm bu çılgınlıklar menopoz öncesinin bunalımları olabilir? O denize çıplak girmeler, ıssız kayalıklarda mastürbasyon yapmalar. Sen eskiden böyle miydin?
Soruları kafamdan bir çırpıda sildim. Kararımı vermiştim. Ama gariptir, neye karar verdiğimi bilemiyordum. Çayımdan son yudumu da alıp sigaramı söndürdüm. Mecburiyetler ve yükümlülükler bana yukarı çıkıp bikinimi giymeyi ve soluğu barda almayı salık veriyordu. Sonra da ver elini deniz. Tek başıma güneşlenecek, yüzecek ve Semih’in dönmesini bekleyecektim. Ayağa kalktım. İstemsiz bir şekilde gözlerim birkaç saniye için karşımda oturan adama kilitlendi. Hafifçe gülümseyip hemen bakışlarımı kaçırdım. Allahım, nasıl yaptım bunu ben? Kafamı o kadar hızlı çevirmiştim ki onun tepkisini bile beklememiştim. Acaba o da gülümseyip cevap vermiş miydi?
Yavaş adımlarla düşünceli bir şekilde yemekhanenin kapısına yürüdüm.
Bari biraz kendinden emin yürü de havan olsun be kadın! Ne o öyle süklüm püklüm gitmeler. Gelirse gelir, gelmezse gelmez.