En Sevdiğim

En Sevdiğim

Bu Blogda Ara

27 Kasım 2021 Cumartesi

Bir Zamanlar Tatilde 7 (Akıtanlar)

    Çıkışın oraya gelmiştim ki zınk diye durdum. Geri dönüp balkona, adamın oturduğu tarafa baktım. Yerinden kalkmaya yeltenmemişti. Bakışlarımız çakıştı. Yüzü ifadesizdi. Tıpkı şu an benimki gibi. İkinci bir gülümseyiş için de mecalim yoktu. Birkaç saniye durduktan sonra geri dönüp asansörlerin olduğu yere yürüdüm. Düğmeye basıp beklemeye başladım. Asansörü mü yoksa adamı mı bekliyordum? Acaba arkamdan gelir miydi? Kafamı sol tarafa çevirdim. Kimsecikler görünmüyordu ortalıkta. Asansör de gelmişti. Karnımda gittikçe belirginleşip pırpır eden, yukarıya boynuma doğru yayılan ve yakan bir heyecan dalgasıyla boş kabine girdim. Tam kapı kapanıyordu ki iki kanadın arasına giren bir el fark ettim. Otomatik sensör bu temas sonucu bir-iki saniye içinde kapıyı tekrar açacaktı. O muydu acaba? Arkamdan mı gelmişti? Güm güm atan ve neredeyse sesini kulaklarımla duyacağım kalp atışlarımın eşliğinde açılan kapıdan onun girmesini beklemeye başladım. Hayır! O değildi. Kırmızı üniformasıyla elinde bir havlu yığınını tutan bir komiydi kabine giren. Tir tir titreyen o halime bakıp telaşla:

    “Özür dilerim efendim, sizi korkutmak istemedim,” dedi.

    “Önemli değil,” diye mırıldandım. Göğsüm heyecanla inip kalkıyordu, nefesimi kontrol edemiyordum. Çok mu istiyordum o adamın peşimden odama gelmesini ve beni becermesini? Bu ben miydim? Asansör odanın bulunduğu kata gelesiye kadar başımı yerden kaldırmadım.

    Odamın kapısını kapatıp kendimi yatağa yüzü koyun fırlattığımda kalp atışlarım yeni yeni normale dönüyordu. Şimdi kapı çalınsa ve ben kalkıp kapıyı açsam, yemekhanede karşılaştığım o tanımadığım adamla burun buruna gelsem, acaba aynı heyecanı duyar mıydım? Büyük ihtimal korkardım herhalde. Hem ne derdim ki o durumda? “Buyrun içeri girin, size bir içki ikram edeyim” mi diyecektim acaba? Hadi be, ne o öyle kırk yıllık yosmalar gibi. “Buyrun ne istemiştiniz?” demem en akıl kârı olanıydı sanırım. Sonra da adamı savacaktım. Israr ederse de, soğuk bir şekilde, “Bakın beyefendi herhalde bir şeyleri yanlış anlıyorsunuz,” diyecektim. Hıh, kim inanırdı ki buna? Sen adama her yerini sergile, sonra da böyle davran. O bana ne diyecekti peki? Belki o da benim gibi çekingen davranacaktı, kemküm edecekti. Hayır hayır, o atak olmalıydı. Atak ve buyurgan. Aslında içimden, çok derinlerden gelen bir ses, odanın kapısını açtığımda onun ağzından tek bir kelime duymamı istiyordu: “Soyun!”

Retarder Ormanlarında. 2010. Foto: Kazım Kaos

    Şimdi şu an kapı çalınsa ve ben kapıya doğru kalp çarpıntıları eşliğinde tatlı bir heyecanla yürüsem. Açsam ve karşımda onu görsem. Girmesi için yana çekilsem… O içeri girse ve ben onun ardından kapıyı kapatsam… Yapabilir miyim tüm bunları? Buyurgan, ne istediğini ve benim ne istediğimi sezen bir ses tonuyla sadece şunu söylese: “Soyun!” Tüm gereksiz tanışma ritüellerini bir kenara bıraksak. Ben orada öylece onun karşısında dursam ve kendimden emin bir şekilde ağzımdan şunlar çıksa: “Neden sen soymuyorsun?”

    Ah, boş hayaller bunlar! Sırtüstü döndüm, uzanıp komodinin üstündeki paketten bir sigara alıp yaktım. Şu mereti de azaltmak yerine neden arttırıyorum ki? Hırsla dumanını içime çekip ağır ağır saldım. Herif peşimden gelmemişti. Niye ki? Sigarayı bitirdikten sonra doğrulup dar lakostu sırtımdan çıkardım. Daral gelmişti. Böyle sere serpe uzanmak da hoşuma gidiyordu. Göz ucuyla memelerimi gözden geçirdim. Uzanınca hiç de fena durmuyorlardı. En azından ayaktayken görülen hafif sarkma şimdi hiç yoktu. Buna da şükür ne yapalım. Abur cuburu fazla kaçırdığımdan uykum da gelmişti. Ey Seher, bunlar orta yaş emareleri, dikkat et kızım. Bir bacağımı dizimden kırıp kaldırdığımda kısa etek de neredeyse belime kadar toplanmıştı. Yatağında müşteri bekleyen ucuz şırfıntılara benziyordu halim. Gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu.

    Çıtırtı. Kapıda biri var! O adam mı? Bekleyelim? Belki çekingenlikten aklı yeni başına gelmiştir. İyi de hemen peşimden gelmediyse odamı nasıl bulacaktı ki? Kalkıp kapıyı açsam mı? Fakat fakat..! Kapıyı kilitlememiştim ben! Hemen kolumun bir tanesini yüzüme yaslayıp kısık gözlerle aradaki açıklıktan baktım. İçeri giren kim olacaktı acaba? Kalksana kızım, neden uyuyor numarası yapıyorsun ki? Ya kötü niyetli biri içeri girmek için çabalıyorsa şu an? Belki de otellerde yuvalanan hırsızlardan biridir? Lütfen hırsız ya da başka biri değil de o olsun Tanrım, lütfen. Bana bu iyiliği yap da biraz yaşayayım. Lütfen...

    Kolumun altından bakıp da içeriye dalanı görünce bir kez daha düş kırıklığına uğradım. Elinde havlularla demin asansörde karşılaştığım komiydi. İyi de neden yataktan fırlayıp üstümü başımı düzeltmiyor, bu gelen davetsiz misafiri uzaklaştırmıyordum? En azından kollarımla yüzümü saklamak yerine yatakta doğrulmalı, çıplak göğüslerimi kolumla kapatıp, “Lütfen dışarı çıkın, temizliği sonra yaparsınız, şimdi müsait değilim,” demeliydim. Pöh, hadi göğüsleri kapattık ta belime kadar sıyrılan varla yok arasındaki eteği ne yapacaktık? Üstelik içime külot giymediğimden mal meydandaydı. Allah kahretsin, ne boktan bir durum. Kahvaltı salonundaki yakışıklıyı beklerken kime niyet kime kısmet. Şu sivilceli komi de nereden çıktı? Beni bu halde görünce şaşırdı da salak. Uyuyup uyumadığımı anlamak için beni dikkatle inceliyor. Bak bak, iyi bak orama burama! Hey Allahım, neden doğrulup bu çocuğu kovmuyorum ki? Neden kımıldayamıyorum yattığım yerden?

Bu canlandırma için daha sonraki yıllarda kadrajda görünmeyen Berkecan Mesnetsiz, Rabia Hanım'ın suratına attırmış, cemiyetin fotoğrafçısı Kazım Kaos da öncesinde ve sonrasında deklanşöre basarak bunu ölümsüzleştirmişti.

    Aman Allahım, o da ne? Ne yapıyor ki öyle? Önünü karıştırıyor düpedüz. Acaba ne..? Tüh, hay Allah senin belanı vermesin emi. Bana baka baka otuz bir çekecek bu tıfıl oğlan. Fermuarını çözüyor iki arada bir derede. Cesarete bak. Aniden uyanmayacağımdan nasıl da emin olabiliyor bu salak? Kolumun altından merakla izliyorum onu. Şimdi organı tamamen dışarıda. Boyutu da hiç fena değilmiş üstelik. Bizim herifinkinden sonra epey kallavi görünüyor gözüme. Gözlerini iri iri açmış vücudumda gezdiriyor, iştahla sıvazlıyor orasını. Artık kalkıp onu kovamam da. Madem ki uyuyor numarası yaptık sonuna kadar gidelim. İşini bitirmesini beklemek lazım. Eğer şimdi ona suç üstü yaparsam belki de düştüğü durumdan kendini sıyırmak için savunma mekanizması devreye girer ve saçma sapan hareketler yapmaya ya da tam tersi sarkıntılığa kalkar, sonra uğraş dur. Rezalet ki ne rezalet. Bir de hızlı hızlı soluyor kerata. Hadi artık bitir şu işini oğlum, el mahkum bekleyeceğim ben. Bir süre sabırla onu izliyorum. Evet, devinimleri hızlandı, sanırım gelmek üzere. İlk defa yanı başımda mastürbasyon yapan bir erkeğe denk geliyorum. Böyle garip bir olay sadece benim başıma gelir herhalde? Hadi artık çocuğum, hadi. Aha titriyor! Boşalacak galiba. İlk damlayı göbeğimde hissediyorum, kırbaç gibi tenime saplanıyor. Bir kısmı da bacaklarıma, memelerime ve boynuma bulaşıyor. Nasıl da fışkırtıyor bacaksız. Ne bu canım böyle? Çeşme mi akıtıyorsun oğlum? Baştan aşağı her tarafımı berbat ettin. Üstüme sanki bir kase muhallebi devrilmiş gibi oldu. Fakat artık yetişir! Aniden kolumu yüzümden çekip yatakta doğruluyorum ve haykırıyorum:

    “Ülen serseri, ülen serseri! Ne yaptığını sanıyorsun sen?”

    Fakat kimse yok ki ortada. Kötü bir rüyaymış. Bir solukta yataktan kalkıp koştum, kapıyı kilitledim. Tam temizlik görevlilerin katları dolaşacağı zaman dilimi. Kimse girmesin artık, istemiyorum. Senin de alacağın olsun Semih. Bana olan ilgisizliğin yüzünden psikolojim nasıl bozulmuş da bak neler neler giriyor rüyalarıma. Saate baktım, on ikiye beş vardı. Aceleyle üstümdeki eteği çıkarıp bikinimin külotunu giydim, uzun şile bezi elbisemi sırtıma geçirdim. Mayomun sütyenini de plaj çantama tıkıştırdım. Şimdi doğru denize. Ama önce bara uğramalı, birkaç votka-limon yuvarlamalı. Kendime verdiğim sarhoş olma sözünü unutmadım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder