En Sevdiğim

En Sevdiğim

Bu Blogda Ara

19 Aralık 2019 Perşembe

Bir Zamanlar Tatilde 2 (Adada)

   Fakat o an denizdeydim ve özgürdüm. Hazır üstümü çıkarmışken altımı da fora ettim. Kaybolmasınlar diye de sutyenimin askılarını bikininin külotuna bağlayıp koluma bilezik gibi doladım ve düğümledim. Şimdi suyun içinde çırılçıplaktım. Bir müddet öylece yüzdüm. Bir ara dinlenmek içini suyun üstünde sırt üstü hareketsiz durdum. Yüzeyde beliren çıplak memelerimi ve pubik kıllarımı seyrettim. Banyo yapmaktan çok farklıydı. Hem doğayla baş başaydım hem de herkesten ve her şeyden uzak özgürdüm.

Rabia Hanım, Sadık Yarasa ile beraber. Foto: Selin Radar

     Artık yasak olan bir şeyi yapmanın heyecanıyla mı yoksa tuzlu suyun etkisiyle mi bilmiyorum meme başlarım acayip sertleşmişti. Tam kendi kendime, “Bu kadar çılgınlık yeter kızım, artık çık denizden,” derken gözüm otelin açığındaki adacığa ilişti. Adacık dediysem, kayalıklar ve birkaç zeytin ağacı dışında üzerinde bir şey olmayan, kıyıdan bir kilometre uzakta bir kara parçası. Aniden oraya yüzmeye karar verdim. Böylece kondisyonumu test etmiş olacak hem de kıçı kırık bir macera yaşayacaktım. Kendi çapımda ve ancak benim gibi küçük burjuvaların yaşayacağı ölçütte sözde ekstrem bir deneme!

    Yolu yarılamışken bir motor sesi duydum. Kafamı yana çevirdim bir tekne 8-10 metre kadar uzağımdan geçti. Dümende şakakları hafif kırlaşmış bir adam ve yanında kırklı yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir kadın vardı. Geçerken ikisi de bana el sallayınca karşılık verdim. Nasıl olsa suyun içindeyim, beni o halde görmelerine imkan yoktu. Tiplerinden turist olduğunu varsaydım. Sabahın köründe tekne kiralayıp etrafta kim dolaşır ki turistlerden başka?

    Adacığa vardığımda gerçekten bitap bir haldeydim. Denizden uzaklık tahmini ile hedeflediğin yere yüze yüze gitmek arasında epey fark varmış. Resmen iflahım kesilmişti. Küçük kumsalına ayak bastığımda yüzüstü kumlara kapaklandım ve birkaç dakika öylece kaldım. Nefesim kesilmişti. Ancak tüm bunlara karşın kendimi felaket özgür hissediyordum. Ayrıca kondüsyonumdan da hoşnut kalmıştım.

   Biraz dinlenince halimi epey komik buldum. Hele o ilk sahile varıştaki durumum. Kumsalda dizleri ve dirsekleri üzerinde duran çırılçıplak, denize karşı domalmış soluk soluğa bir kadın. O anda bir balıkçı motoru geçse çevreden ve beni görseler, herhalde cinlerin oyunu zannedip son sürat uzaklaşırlardı. Ya da cin min dinlemeyip... Neyse...

    Baktım keyfim yerinde, “Hadi adayı keşfe çıkayım,” dedim. Öyle Havva Anamız kılığında adayı dolaşmaya başladım. Alt dalları kötü budanmış yabani zeytin ağaçlarını teftiş ettim. Sanırım ara sıra bu tarafta konaklayan balıkçılar burada ateş yaktıklarından kömürleşmiş otlar vardı. Bunu görünce bir an adada benden başka insanlar da bulunabilir, diye aklımdan geçmedi değil ama umursamadım. “Koyver gitsin, Amazonlar Kraliçesi sefil adanızı ziyarete geldi insancıklar. Savulun len!” Böyle böyle kendimi neşelendirerek küçük krallığımı kolaçan ettim.

    Öbür tarafta üstü düz kayalıklar vardı. On dakika orada güneşlenip otele geri dönmeye karar verdim. Denize yakın ve üzeri en az pürüzsüz olan bir tanesini seçip uzandım. Ohhhh! Güneş yavaş yavaş çıplak vücudumu ısıtıyordu. Suratımda güneşlenenlere özgü o aptal yüz ifadesiyle birkaç dakika orada öylece yattım. Fazla ısınmış olmalıyım. Sonra elim göğüslerime gitti. Denizin tuzu ve güneşin etkisiyle uçları hafif hafif yanıyordu. O yanma hissini gidermek amacıyla iki elimle avuçladım ve bastıra bastıra ovuşturdum onları. Memelerimin ucu küçük çakıl taşları gibi sertleşmişti. Başımı kaldırıp uçlarına baktım. Renkleri koyulaşmıştı. Tekrar kafamı kayalığa yerleştirdim. Canım daha şeytani bir şeyler yapmak istiyordu. Elim kasıklarıma indi.

    Burada, bu ıssız kara parçasında hiç olmazsa birkaç dakika kendimle olayım, kendimin olayım düşüncesiyle sol elimle göğüslerimi ovuştururken sağ elimle de yarığımı tembel tembel hafifçe okşamaya başladım. Belki bu bana iyi gelirdi. Kadınlığım da bedenimin diğer kesimleri gibi tuzlu suyun ve güneşin etkisiyle hafif hafif yanmaktaydı. Kimsenin beni göremeyeceğini biliyordum ama kalbim gümbür gümbür atıyordu. Heyecan? Kendi vücudumu keşfetmenin heyecanı mı? Ah hayır? Kendim olmaktan kaçamam ki! Açlığımı ancak başka bir vücutun teması giderebilirdi. Ama ne çare ki o bir başkası dediğimiz varlıklardan bana uygun biri yanımda mevcut değildi. Heyhat! Kendimle idare edecektim her zaman olduğu gibi. Bu kadar basitti işte.

    Gözlerimi kapatıp başımı geriye attım ve o çok keyifli yolculuğumu daha derinlere doğru devam ettirdim. Bir süre sonra parmağıma yapışkan hafif bir ıslaklık geldi. Parmaklarımın ucuyla yarığımdaki pınardan hafif hafif sızmakta olan ıslaklığı da okşadım. Aklımda hiçbir şey ve hiç kimse yoktu. Somut anlamda bir başkasını düşlemiyordum. Herkesi uzaklaştırmıştım ve o an bomboştum. Bu boşluğu biraz olsun doldurmak amacıyla iki parmağımı birden önümdeki sıcak yuvanın içine ittirince soluklarım sıklaştı. Yüzerken olduğu gibi nefese nefeseydim. Parmaklarımı iyice dibe ittirmek istercesine bacaklarımı iki yana açmıştım. Çılgınlık mı? Yok canım, binlerce yıldır her yalnız kadın ve erkeğin yaptığını yapıyordum altı üstü. Devam!

    Kalçalarım iyice yerden yükselip havaya kalktığında klitorisimi, o sihirli düğmeyi uyarmaya başladım. Çok fazla oynamaya gerek kalmadan belimin geldiğini hissettim. Yumuşacık ve ılık ılık boşalıyordum. Gittikçe hafifleyen seyirmelerin eşliğinde kalçalarım tekrar kayalığa indiğinde tam anlamıyla doymamış olduğumu fark ettim. Tekrarlamalıydım. Yine o büyülü çıkıntıyı okşamaya, şimdilik benim için dünyanın merkezi olan o minik ve kaygan noktanın etrafında parmağımın ucuyla küçük daireler çizmeye başladım. Kalçalarım aldığım zevkten dolayı tekrar istemsiz bir şekilde havalanmıştı. Parmaklamanın hızını iyice arttırdım. Derinlerden bir yerden kuvvetli bir fırtınanın patlamak üzere olduğunu duyumsuyordum. Bu ıssız adacıkta istediğim gibi inleyebilir hatta çığlık bile atabilirdim. Bağırdım da! Hiç ummadığım bir anda şiddetli bir kasılma başlamıştı bacaklarımın arasında. Bu kadar çabuk mu? Karın kaslarım şiddetli bir biçimde seyirip bu gerilime eşlik ediyordu. Kasırga böyle midir? Kadınlığımdaki yanma hissine ise akıl erdiremiyordum. Sırf güneşten mi peki? Güneştendir güneşten. Oh hayır! Değildi. Birkaç saniye sonra ne olacağını görecektim.

    Hızlı hızlı parmaklamaya devam ederken o tatlı tatlı yanmanın sebebini de nihayet boşalmak üzereyken anladım. Kesik kesik çığlıklar atıp orgazm olurken bacaklarımın arasından altın sarısı bir su fışkırıyordu. Bitirmiştim kendimi ve kasırganın en zirvede olduğu an sağanak yağmur da başlamıştı. Yarım dakika sonra fırtına dindiğinde uzandığım kayanın yüzeyinde birikmiş idrarıma aldırmadan kalçalarımı tekrar yere indirdim. Nasıl olsa tekrar denize girecektim, sorun neydi ki? Her tarafımı tatlı bir uyuşukluk kaplamıştı ve gökyüzünde yükselen güneşin sıcaklığına rağmen tir tir titriyordum. Gözlerimi kapattım. Fakat yüzüm gülüyordu. Aptalca bir sırıtış vardı dudaklarımda.

Rabia Hanım, Sadık Yarasa ile beraber. Foto: Selin Radar

    Bir beş dakika öylece sırt üstü yatıp dinlendikten sonra ayağa kalktım ve tatil köyüne geri dönmek üzere denize doğru yöneliyordum ki duyduğum alkış sesiyle neredeyse ödüm bokuma karışacaktı. Hani burada kimsecikler yoktu? Korkuyla sesin geldiği yere döndüm. Denizdeyken teknede gördüğüm adamla yanındaki kadındı. Demin uzandığım kayanın on metre sağında başka bir kayalığın karanlık gölgesinde oturuyorlardı. Bu yüzden onları fark edememiştim. Onlar başından sonuna kadar marifetlerimi seyretmişlerdi. Kadın el sallıyor adam da sırıtıp bir eliyle baş parmağını yukarı kaldırmış sözde beni onaylarmış gibi yapıyordu. Salak gibi ben de utanç içinde onlara el salladım. Sihir sona ermişti. Aceleyle denize atlayıp yüz metre yüzüp iyice adadan açılmadan durmadım. Ya başkaları da olsaydı? Hem ele güne rezil olacaktım, kimbilir, belki de başıma kötü şeyler gelecekti. Yüze yüze otelin önündeki plaja vardığımda aptal gibiydim. Ancak dönüş yolunu daha rahat aldığımdan kondisyonumdan yine hoşnut kalmıştım. Bu da beni epey mutlu etti. Daha dur bakalım Serpil, otuz üç yaş her şeyin sonu değil.

    Sahile yaklaştığımda sular sığlaşmadan bikinimin altını giydim. Fakat kocama ve tüm çevreye inat, plaja adım attığımda hala üstsüzdüm. Üzüm salkımları gibi sallanan çıplak memelerimi göstere göstere denizden çıktım. Plajın yanındaki cafe henüz kalabalıklaşmamıştı ama tanıdık garsonlardan bir ikisi herhalde oradaydı. Bir tanesinin şaşkınlık ve biraz da hayranlıkla bana baktığını fark ettim. Kumral kıvırcık olan ve bana en güzel votka-limonları hazırlayıp, “Afiyet olsun yenge,” diyen mahcup delikanlıydı bu. Acaba şu an beni gören genç garsonlara gece mastürbasyon malzemesi olabilir miydim? Yok canım, ilah vücutlu Rus kızları varken bana sıra gelmezdi ama ne yapalım o an kraliçe bendim. Neyse, yine de bu seronomiyi fazla uzatmamalıydım. Binaya yaklaşınca bikinimin üstünü giydim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder