Çıkışın oraya gelmiştim ki
zınk diye durdum. Geri dönüp balkona, adamın oturduğu tarafa baktım.
Yerinden kalkmaya yeltenmemişti. Bakışlarımız çakıştı. Yüzü ifadesizdi.
Tıpkı şu an benimki gibi. İkinci bir gülümseyiş için de mecalim yoktu.
Birkaç saniye durduktan sonra geri dönüp asansörlerin olduğu yere
yürüdüm. Düğmeye basıp beklemeye başladım. Asansörü mü yoksa adamı mı
bekliyordum? Acaba arkamdan gelir miydi? Kafamı sol tarafa çevirdim.
Kimsecikler görünmüyordu ortalıkta. Asansör de gelmişti. Karnımda
gittikçe belirginleşip pırpır eden, yukarıya boynuma doğru yayılan ve
yakan bir heyecan dalgasıyla boş kabine girdim. Tam kapı kapanıyordu ki
iki kanadın arasına giren bir el fark ettim. Otomatik sensör bu temas
sonucu bir-iki saniye içinde kapıyı tekrar açacaktı. O muydu acaba?
Arkamdan mı gelmişti? Güm güm atan ve neredeyse sesini kulaklarımla
duyacağım kalp atışlarımın eşliğinde açılan kapıdan onun girmesini
beklemeye başladım. Hayır! O değildi. Kırmızı üniformasıyla elinde bir
havlu yığınını tutan bir komiydi kabine giren. Tir tir titreyen o halime
bakıp telaşla:
“Özür dilerim efendim, sizi korkutmak istemedim,” dedi.
“Önemli
değil,” diye mırıldandım. Göğsüm heyecanla inip kalkıyordu, nefesimi
kontrol edemiyordum. Çok mu istiyordum o adamın peşimden odama gelmesini
ve beni becermesini? Bu ben miydim? Asansör odanın bulunduğu kata
gelesiye kadar başımı yerden kaldırmadım.
Odamın
kapısını kapatıp kendimi yatağa yüzü koyun fırlattığımda kalp atışlarım
yeni yeni normale dönüyordu. Şimdi kapı çalınsa ve ben kalkıp kapıyı
açsam, yemekhanede karşılaştığım o tanımadığım adamla burun buruna
gelsem, acaba aynı heyecanı duyar mıydım? Büyük ihtimal korkardım
herhalde. Hem ne derdim ki o durumda? “Buyrun içeri girin, size bir içki
ikram edeyim” mi diyecektim acaba? Hadi be, ne o öyle kırk yıllık
yosmalar gibi. “Buyrun ne istemiştiniz?” demem en akıl kârı olanıydı
sanırım. Sonra da adamı savacaktım. Israr ederse de, soğuk bir şekilde,
“Bakın beyefendi herhalde bir şeyleri yanlış anlıyorsunuz,” diyecektim.
Hıh, kim inanırdı ki buna? Sen adama her yerini sergile, sonra da böyle
davran. O bana ne diyecekti peki? Belki o da benim gibi çekingen
davranacaktı, kemküm edecekti. Hayır hayır, o atak olmalıydı. Atak ve
buyurgan. Aslında içimden, çok derinlerden gelen bir ses, odanın
kapısını açtığımda onun ağzından tek bir kelime duymamı istiyordu:
“Soyun!”
|
Retarder Ormanlarında. 2010. Foto: Kazım Kaos
|
Şimdi
şu an kapı çalınsa ve ben kapıya doğru kalp çarpıntıları eşliğinde tatlı
bir heyecanla yürüsem. Açsam ve karşımda onu görsem. Girmesi için yana
çekilsem… O içeri girse ve ben onun ardından kapıyı kapatsam… Yapabilir
miyim tüm bunları? Buyurgan, ne istediğini ve benim ne istediğimi sezen
bir ses tonuyla sadece şunu söylese: “Soyun!” Tüm gereksiz tanışma
ritüellerini bir kenara bıraksak. Ben orada öylece onun karşısında
dursam ve kendimden emin bir şekilde ağzımdan şunlar çıksa: “Neden sen
soymuyorsun?”
Ah,
boş hayaller bunlar! Sırtüstü döndüm, uzanıp komodinin üstündeki
paketten bir sigara alıp yaktım. Şu mereti de azaltmak yerine neden
arttırıyorum ki? Hırsla dumanını içime çekip ağır ağır saldım. Herif
peşimden gelmemişti. Niye ki? Sigarayı bitirdikten sonra doğrulup dar
lakostu sırtımdan çıkardım. Daral gelmişti. Böyle sere serpe uzanmak da
hoşuma gidiyordu. Göz ucuyla memelerimi gözden geçirdim. Uzanınca hiç de
fena durmuyorlardı. En azından ayaktayken görülen hafif sarkma şimdi
hiç yoktu. Buna da şükür ne yapalım. Abur cuburu fazla kaçırdığımdan
uykum da gelmişti. Ey Seher, bunlar orta yaş emareleri, dikkat et kızım.
Bir bacağımı dizimden kırıp kaldırdığımda kısa etek de neredeyse belime
kadar toplanmıştı. Yatağında müşteri bekleyen ucuz şırfıntılara
benziyordu halim. Gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu.
Çıtırtı.
Kapıda biri var! O adam mı? Bekleyelim? Belki çekingenlikten aklı yeni
başına gelmiştir. İyi de hemen peşimden gelmediyse odamı nasıl bulacaktı
ki? Kalkıp kapıyı açsam mı? Fakat fakat..! Kapıyı kilitlememiştim ben!
Hemen kolumun bir tanesini yüzüme yaslayıp kısık gözlerle aradaki
açıklıktan baktım. İçeri giren kim olacaktı acaba? Kalksana kızım, neden
uyuyor numarası yapıyorsun ki? Ya kötü niyetli biri içeri girmek için
çabalıyorsa şu an? Belki de otellerde yuvalanan hırsızlardan biridir?
Lütfen hırsız ya da başka biri değil de o olsun Tanrım, lütfen. Bana bu
iyiliği yap da biraz yaşayayım. Lütfen...
Kolumun
altından bakıp da içeriye dalanı görünce bir kez daha düş kırıklığına
uğradım. Elinde havlularla demin asansörde karşılaştığım komiydi. İyi de
neden yataktan fırlayıp üstümü başımı düzeltmiyor, bu gelen davetsiz
misafiri uzaklaştırmıyordum? En azından kollarımla yüzümü saklamak
yerine yatakta doğrulmalı, çıplak göğüslerimi kolumla kapatıp, “Lütfen
dışarı çıkın, temizliği sonra yaparsınız, şimdi müsait değilim,”
demeliydim. Pöh, hadi göğüsleri kapattık ta belime kadar sıyrılan varla
yok arasındaki eteği ne yapacaktık? Üstelik içime külot giymediğimden
mal meydandaydı. Allah kahretsin, ne boktan bir durum. Kahvaltı
salonundaki yakışıklıyı beklerken kime niyet kime kısmet. Şu sivilceli
komi de nereden çıktı? Beni bu halde görünce şaşırdı da salak. Uyuyup
uyumadığımı anlamak için beni dikkatle inceliyor. Bak bak, iyi bak orama
burama! Hey Allahım, neden doğrulup bu çocuğu kovmuyorum ki? Neden
kımıldayamıyorum yattığım yerden?
|
Bu canlandırma için daha sonraki yıllarda kadrajda görünmeyen Berkecan Mesnetsiz, Rabia Hanım'ın suratına attırmış, cemiyetin fotoğrafçısı Kazım Kaos da öncesinde ve sonrasında deklanşöre basarak bunu ölümsüzleştirmişti. |
Aman Allahım,
o da ne? Ne yapıyor ki öyle? Önünü karıştırıyor düpedüz. Acaba ne..?
Tüh, hay Allah senin belanı vermesin emi. Bana baka baka otuz bir
çekecek bu tıfıl oğlan. Fermuarını çözüyor iki arada bir derede.
Cesarete bak. Aniden uyanmayacağımdan nasıl da emin olabiliyor bu salak?
Kolumun altından merakla izliyorum onu. Şimdi organı tamamen dışarıda.
Boyutu da hiç fena değilmiş üstelik. Bizim herifinkinden sonra epey
kallavi görünüyor gözüme. Gözlerini iri iri açmış vücudumda gezdiriyor,
iştahla sıvazlıyor orasını. Artık kalkıp onu kovamam da. Madem ki uyuyor
numarası yaptık sonuna kadar gidelim. İşini bitirmesini beklemek lazım.
Eğer şimdi ona suç üstü yaparsam belki de düştüğü durumdan kendini
sıyırmak için savunma mekanizması devreye girer ve saçma sapan
hareketler yapmaya ya da tam tersi sarkıntılığa kalkar, sonra uğraş dur.
Rezalet ki ne rezalet. Bir de hızlı hızlı soluyor kerata. Hadi artık
bitir şu işini oğlum, el mahkum bekleyeceğim ben. Bir süre sabırla onu
izliyorum. Evet, devinimleri hızlandı, sanırım gelmek üzere. İlk defa
yanı başımda mastürbasyon yapan bir erkeğe denk geliyorum. Böyle garip
bir olay sadece benim başıma gelir herhalde? Hadi artık çocuğum, hadi.
Aha titriyor! Boşalacak galiba. İlk damlayı göbeğimde hissediyorum,
kırbaç gibi tenime saplanıyor. Bir kısmı da bacaklarıma, memelerime ve
boynuma bulaşıyor. Nasıl da fışkırtıyor bacaksız. Ne bu canım böyle?
Çeşme mi akıtıyorsun oğlum? Baştan aşağı her tarafımı berbat ettin.
Üstüme sanki bir kase muhallebi devrilmiş gibi oldu. Fakat artık
yetişir! Aniden kolumu yüzümden çekip yatakta doğruluyorum ve
haykırıyorum:
“Ülen serseri, ülen serseri! Ne yaptığını sanıyorsun sen?”
Fakat
kimse yok ki ortada. Kötü bir rüyaymış. Bir solukta yataktan kalkıp
koştum, kapıyı kilitledim. Tam temizlik görevlilerin katları dolaşacağı
zaman dilimi. Kimse girmesin artık, istemiyorum. Senin de alacağın olsun
Semih. Bana olan ilgisizliğin yüzünden psikolojim nasıl bozulmuş da bak
neler neler giriyor rüyalarıma. Saate baktım, on ikiye beş vardı.
Aceleyle üstümdeki eteği çıkarıp bikinimin külotunu giydim, uzun şile
bezi elbisemi sırtıma geçirdim. Mayomun sütyenini de plaj çantama
tıkıştırdım. Şimdi doğru denize. Ama önce bara uğramalı, birkaç
votka-limon yuvarlamalı. Kendime verdiğim sarhoş olma sözünü unutmadım.