En Sevdiğim

En Sevdiğim

Bu Blogda Ara

11 Ekim 2024 Cuma

Bir Zamanlar Tatilde (10)

Gözlerimi ona çevirmek de tahrik olmamı daha feci bir hale getiriyordu. Memeleri benimkilerden küçük ama biçimliydi. Sanıyorum 20'li yaşların ortasındaydı. Karnı yağsızdı. Aşağı kısım ise... Kasıklarına doğru hafif kıllı, ama alt tarafı tamamen traşlıydı. Vaginasına doğru inen ince çizgi hariç. Orasını şekilli traş etmişti. Dayanamayacağım bu duruma. Her zaman bir erkeği tercih ederim ama şimdi bu kadın burada bana sarkıntılık etmeye başlasa hiç itiraz etmem. O durumdaydım. Kesin teslimiyet. Kasıklarımı sabunlamak için önüme diz çökerken resmen delirdim. Çünkü vajinama lif sürmeye başlamıştı ve bu beni çıldırtıyordu. Efor sarfettiği için hızlı hızlı soluması da sıcak nefesini oramda duymama yol açıyordu. Hadi be kadın, yapıştır dudaklarını amıma, emmeye başla beni. İnan itiraz etmem, sana teslim olurum!

Sabunlama bitince tekrar duşu açtı ve beni bir güzel duruladı. “Sıhhatler olsun hanımefendi” deyip kabinden çıktı. “Şuradaki mavi havlular temiz onlara silinebilirsiniz, ben de duş alıp burayı temizleyeceğim. Yine bekleriz.” Kadına teşekkür edip yarı sarhoş bir vaziyette kurulandım ve bikinimi giyip altıma şortumu üstüme de tişörtümü geçirip freebagimi belime sardım. Arkamdan su sesi gelmeye başlamıştı. Anlaşılan masöz de duşunu alıyordu. Kadına veda etmek için döndüğümde duşakabinin kapanmak ne kelime ardına kadar açık olduğunu gördüm. Kadın bana aldırış etmeden duş alıyordu. Benim ona baktığımı fark edince hafifçe gülümsedi. Ben de ona gülümseyip odadan çıktım. Burada fazla kalmamalıydım. Artık ruhumdaki ve bedenimdeki bu değişiklikler beni korkutuyordu.

Odama çıkmak için asansöre bindiğimde düşünüyordum: Acaba bir kadınla sevişmek nasıl bir şeydi. Sanıyorum neredeyse bu sorunun cevabını kesin olarak öğrenecek eşiği aşmama ramak kalmıştı. Sevişir miydi acaba benimle? Profesyonel olduğu aşikardı ama ya tüm bu yaptıkları normal bir hizmetin parçasıysa. Ama yine de beni felaket tahrik ettiği kesindi. Başka bir kadının vücudunu arzulamıştım. Belki de yanıltıcı bir duyguydu. Onun yerine erkek masöz beni yıkasaydı kimbilir daha işin başlarında benimle sevişmesi için adama para bile teklif edebilirdim. Uff ne bileyim ya...

Kapıyı açıp odama girdim. Bluzumu ve şortumu çıkardım. Henüz acıkmamıştım, yatağa bıraktım kendimi. Bir öğle uykusu iyi gelecekti. Fakat ondan önce kendimi bir kez daha rahatlatmalıydım. Başka da çarem yoktu. Tek başımaydım...

Yatakta öylesine yatıyordum... Gevşemiştim... Elimi göğüslerime götürdüm. Alttan kavrayıp sıktım onları. Şimdi benim değil masörün elleriydi onlar. Haşin bir hareketle geriye ittirdim ve memelerimi ortaya çıkardım. Bastırıp ezdim onları... 

4 Kasım 2023 Cumartesi

Bir Zamanlar Tatilde (9)

Şimdi vücudumda iki yerine dört el geziniyordu. Kadının elleri daha ince ve sert ama adamınki gibi becerikliydi. Masör bir bacağıma masaj yaparken kadın da diğer bacağımla ilgileniyordu. Bir ara adam kadına, “21 numara tamam mı” dedi. Kadın da “Bitti öğlene kadar müşteri yok” dedi. Adam, “Öğleden sonra özel var unutma sakın, 2'de burada ol” dedi. Sonra da bana “Kusura bakmayın hanım efendi işleri önceden ayarlamazsak sonra yetiştiremiyoruz, müşteriler de şikayet ediyor” dedi. Bana ne... Ben zaten zevkten uçmuştum, bulutlarda geziyorum... Tekrar belli belirsiz bir şekilde onayladım adamı. “Hıhıh.” Fakat bu özel de ne oluyordu ki..?


Beş dakika sonra adam, “Lütfen dönün ön tarafınızı da halledip bugünlük bitirelim” dedi. Dediğini yapıp döndüm ve kadını tanıdım. Bu dün gece eğlencede striptiz yapan kadındı. Aşina olduğum bir yüzle karşılaşınca hep gülümserim, bu sefer de böyle oldu. Kadın hafif bir baş selamı verip bir havlu daha uzattı. “Buyrun bununla göğüslerinizi örtebilirsiniz.” Havluyu alıp sırtüstü uzandım ve memelerimi örttüm. Şimdi adam omuz başlarımı ovarken kadın bacaklarıma önden masaj yapıyordu. İyice açmıştım bacaklarımı. Kasıklarımı örten havlu da ha kaydı kayacak. Ama onu düzeltmeye de hiç niyetim yoktu. Ne olurdu ki kadına vajinamı göstersem. Ben onunkini görmüştüm o da benimkini görsün. Çok mu yani?

Giderek ıslandığımı hissediyordum. Göğüslerime örttüğüm havlu yana aşağı kaymıştı ve göğüslerim ortadaydı. Altta da durum pek farklı değildi. Ama bir farkla. Kadın bacaklarımın içlerini daha iyi ovsun diye bir ara havluyu üste çekmişti. Şimdi alt tarafım kadının ve adamın gözleri önündeydi. Islaklığımı da görmüşlerdir mutlaka.
 
Bir 5 dakika daha masaj yaptıktan sonra adam “Bugünlük bu kadar...” dedi. “Yanda duş kabini var, duşunuzu aldıktan sonra fişinizi sekretere teslim etmeyi unutmayın”. Kadın da “Sıhhatler olsun” dedikten sonra adamla beraber çıkmak üzereyken arkalarından seslendim. “Bir saniye bakar mısınız?” Döndüler. Masada doğrulup alttaki havluyu belime doladım, diğerini de göğsüme bastırıp ayağa kalktım ve askılığa gidip tek elimle freebagimin fermuarını açtım. İçinden iki ellilik alıp hem adama hem de kadına uzattım. “Buyrun bu emeklerinizin karşılığı, beni çok rahatlattınız.” Cömert bahşişimi görünce ikisinin de yüzünde güller açtı. “Aman efendim ne zahmet ettiniz” dedi adam. Kadın da teşekkür edip parayı önlüğünün cebine attı. “Bir emriniz olursa biz hep buradayız,” diye ekledi adam. Kadınla beraber odadan çıktıktan sonra ben de duşa yönelmek yerine tekrar masaya uzandım.

Acayip gevşemiştim. Göğsümün ve kasıklarımın üstündeki havluyu alıp yere bıraktım. Elimi göğüslerime götürdüm. Uçları fındık gibi irileşmiş ve taş gibi sertleşmişlerdi. Sonra o yorgunluğa rağmen elim apış arama uzandı. Yamyaştı. Vajinama bastırdım. Heyecanlanmıştım. Elim dudakların arasındaki o noktaya gitti. Hafifçe kendimi okşamaya başladım. Ortamın ve masajın etkisiyle tahrik olmuştum. İki parmağımı içime sokup kalçalarımı havaya kaldırdım. Soluklarım sıklaşmıştı. Gelmem çok çabuk oldu. Titreyerek boşaldım. Kalçalarımı yere indirince gözlerimi açtım ve bir de ne göreyim! Kadın da odadaydı. Baştan beri beni mi seyrediyordu yani? “Afedersiniz” dedi kuru ve olan biteni makul göstermeye çalışır bir ses tonuyla, “Ben duşta olduğunuzu sanıyordum, ortalığı temizlemek için girmiştim çok pardon.” Hemen odadan çıktı. Arkasından seslendim, “Şimdi duşa giriyordum ben de. Lütfen gitmeyin, temizliğinize engel olup size vakit kaybettirmek istemem.”


Başka zaman olsa utançtan yerin dibine geçerdim. Zaten bir saunada ya da masaj odasında mastürbasyon yapmak aklıma gelebilecek en son şeydi fakat bu tatil köyünde benim için artık her şey mümkündü. Bunu derinden derine tüm ruhumda hissedebiliyordum. Masöz bu uzun cümle ve rahat tavrım karşısında gülümseyip şişelerin olduğu masaya gitti ve onu ittirip duvarda envai çeşit edevatın olduğu rafın önüne götürdü. Ben de duşa yöneldim. Sürme kapıyı açıp içeri daldım. Duvardaki musluğu çevirip akan suyun altına girdim.

O da nesi? Bu vücuduma sürdükleri şeyler her neyse yapış yapış olmuştu ve elimle kuvvetlice sürttüğüm halde tenimden çıkmıyordu. Bilakis kayganlaşıp bulamaç kıvamına geliyordu. Kapıyı açıp içeri baktım. Kadın bir bezle masaj masasını siliyordu. “Afedersiniz, bu sürdüğünüz kremleri çıkaramıyorum, ne yapmam gerek acaba?” Kadın şöyle bir bakıp elindeki bezi bırakıp yanıma geldi. “Durun ben yardım edeyim size, kükürtlü sabunla hallederim. İzin verir misiniz?” “Tabii” dedim, “çıksın da şu bulamaç başka bir şey istemem. Yoksa öğleden sonra havuza girdiğimde orayı kirlettim diye beni otelden atarlar.” Bu saçma esprime nezaket icabı gülümseyip rafa yöneldi ve kahverengi bir sabunla lif alıp yanıma geldi. Bu jesti yapmasının nedeninde sanırım biraz önce verdiğim yüklü bahşişin epey etkisi vardı. Yoksa kimbilir günde kaç müşteri ile uğraşıyordu? Suya tutup lifi ıslattı ve kükürtlü sabunu ona sürdü. “Biraz daha içeri girerseniz ben de yanınıza gelirim.” Daracık kabinde nereye gideceksin ki? Fayanslara sırtımı yapıştırdım ve kadının beni keselemesini beklemeye başladım.

Omuz başlarımdan ve boynumdan başlayıp beni sabunlamaya başladı. Baktım mavi önlüğü sıçrayan sular yüzünden lekeleniyor, “İstersen sen de soyun, üstün başın ıslanacak.”  dedim. Fakat akabinde bu lafın ağzımdan nasıl çıktığına ben bile şaşırdım. Normal zamanlarda asansöre binerken bile kadın ya da erkek olsun o daracık kabinde bir başkasının bulunması yüzünden huzursuzlanan ben, şimdi bir duşakabinde kendi hemcinsimden birine soyunmasını söylüyordum. Kadın “Haklısınız” dedi, “bir saniye lütfen.” Kabinden çıkıp aceleyele önlüğünün düğmelerini çözdü. Oha! Altına bir şey giymemiş! Ne sutyen ne de külot. Çırılçıplak yanıma geldi. “Devam edelim hanımefendi, lütfen arkanızı dönüp, iyice duvara yaslanın."


Ensemi, sırtımı iyice sabunladı. Ama lifle kalçalarıma doğru indiğinde durum iyice dayanılmaz bir hal almıştı. Lifi kalçalarımın arasındaki yarığa sürtüyor, aşağılara iniyor ve öne doğru kadınlığımı da sabunluyordu. Resmen tahrik oluyor ve arkamdaki kadını arzuluyordum. Erkek olsa hani bir derece. İyi de neler oluyordu bana böyle? Onbeş gün öncesine kadar gayet mazbut bir hayat süren ben şimdi ne çeşit çılgınlıklar yapıyordum böyle. Denizde çırılçıplak yüzmeler, ıssız kayalıklarda ve saunalarda mastürbasyon yapmalar, masaj masasında elalemin karşısında oramı buramı cömertçe sergilemeler... Şimdi de kendi hemcinsimden hiç tanımadığım biriyle daracık kabinde beraberce duş almalar. Hayatında hamama gitmekten bile çekinen ben, çırılçıplak bir kadınla beraber dar bir ortamda... Gerçekten çok değiştim ben. İnanamıyorum...

Masöz kalçalarımı sabunlayıp, bacaklarımı da hallettikten sonra duşun ahizesini alıp ılık suyu açtı. Bir güzel duruladıktan sonra, “Bana doğru dönün” dedi. Yüzüne bakmamaya çalışarak ona doğru döndüm. Şimdi lifle demin yarım kalan kısmı yani bedenimin ön tarafı sabunlamaya başladı. Omuz başlarımı, göğüslerimi, karnımı. İyi ki gıdıklanan bir insan değilim. Zaten böyle bir ortamda gıdıklanmak ve gülmek iplerin iyice kopması anlamına gelirdi. Sonradan pişman olacağım bir şeylere girişmenin başlangıcı olabilirdi laubalileşmek. Fakat durum da tahammül edilir gibi değildi. Göğüslerimin lifle oluşturulması sırasında neredeyse orgazm olacaktım. Meme uçlarım tahammül edilemez bir biçimde sertleşmişti. Sanırım bu durum onun da gözünden kaçmıyordu. Peki ya lif sürmekle yetinmeyip elleriyle de göğüslerimi kavrarsa? Ya parmaklarıyla uçlarını sıkarsa? Sıkmakla kalmayıp dudaklarını da oraya yönlendirirse?

22 Eylül 2022 Perşembe

Bir Zamanlar Tatilde 8 (Masaj)


Yeni günün getirdiği şey kahvaltı masasında yalnızlıktı. Neyse... Bu da geçer yahu. Dünyanın sonu değil ya. Önce oğlum şimdi de kocam beni terk ediyordu. Kalan günleri iyi geçirmeliydim... Bizimkini uğurladıktan sonra oteli dolaşmaya başladım. Barda tam beş votka-limon yuvarladıktan sonra alt kata saunaların olduğu bölüme indim. O kadar içkiyi yarım saatte devirdiğimi gören barmen nasıl da şaşırmıştı halime. Fakat şimdi iyi bir masajla rahatlamanın tam sırasıydı. Bugün kafama göre takılacaktım. Yürüdüm. Geniş bir koridorun sonunda saunalar vardı. İçeri girdim ve bankonun gerisindeki görevli kadına masaj yaptırmak istediğimi söyledim. Bir kağıda bir şeyler yazıp imzalattı ve bana bir fiş uzattı. Kabin no 26.

Tarif ettiği yere girince iki yanda sıralanmış küçük odalar gördüm. No: 26 yazan yeri bulup içeri girdim. İçerde çeşit çeşit şişelerin bulunduğu ufak bir etajer ve üzeri plastik deri kaplı masaj masası vardı. Etrafı incelerken arkamda “hoşgeldiniz efendim” diyen bir ses işittim. Döndüm. Karşımda uzun boylu 30 yaşlarında bir adam vardı. Anlaşılan masör buydu. “Sanırım masaj yaptırmaya geldiniz” dedi ve ilave etti. “Şuradaki broşürü incelerseniz spa masajından, İsveç masajı ve Thai masajına kadar geniş bir hizmetimiz var.” Hoppala ne bileyim ben bu saydıklarını. “Valla siz en uygununu yapın artık. Bütün bir yıl masa başında çalıştığım için her tarafım enkaz gibi.” Şöyle bir baktı ve “Nasıl isterseniz hanımefendi, soyunup belinize havlunuzu sarın ve beni çağırın” dedi. “Tamamen mi soyunayım” diye ağzımdan aptalca bir laf çıktı. “Bikininiz altınızdaysa yeterlidir efendim” dedi perdeyi çekmeden önce. “Tam soyunmak istemiyorsanız o şekilde de olur.” Salaklığıma lanetler edip bluzumu ve beyaz bermudamı çıkardım ve masaya yüzü koyun uzandım. Birkaç dakika sonra da masör seslendi, “Hazırsanız başlayayım efendim.” Ona hazır olduğumu söyleyince perdeyi açıp içeri girdi ve ufak masanın yanına gidip bir takım şişelerdeki losyonlara şöyle bir bakıp birkaç tanesini seçti ve masaj masasının yanına geldi.


Gerçekten becerikli elleri ve parmakları vardı masörümün. Zaten güçlü bir adam olduğu yapısından belliydi. Kolları dirseklerine doğru neredeyse benim kolumun iki katı kalınlığındaydı. Koyu sarı saçları ve ince kahverengi gözleriyle neredeyse yakışıklı bile sayılırdı. Omuzlarımı ve zaman zaman boyun fıtığından muzdarip olmaktan korktuğum boynumu öyle güzel rahatlatıyordu ki. Boyun ve omuzlar bitince sıra sırtıma geldi. “İsterseniz bikininizin üstünü çıkarın hanımefendi, kullandığım yağ leke bırakabilir” dedi. Aman efendim, emrin olur. Zaten ben masaya çırılçıplak uzanma taraftarıydım. Dirseklerimden kuvvet alarak masada dizlerimin üzerinde doğruldum ve sutyenimi duvardaki askılığa fırlattım. Havada süzülen sutyenim askıya ulaşamadan duvarın dibine düştü. Adam hafifçe kıkırdadı bu hareketime. “Valla benim ellerim yağlı olmasa uygun bir yere asardım,” dedi ve ekledi. “Külotunuzu da şimdiden çıkarın, iyi kalite bir şeye benziyor ziyan olmasın.” Utanmanın sırası değildi ama külotumu nasıl çıkaracaktım adamın önünde. Masanın üzerinde ayağa kalksam gece kulübü striptizcileri gibi olacak. Yok oturup çıkarsam bacaklarımın arasını herife sunmuş gibi olacağım. Amaannn sende, bir daha nerede karşılaşacağım ki elin adamıyla... Ayağa kalktım ve bikinim külotunu indirip onu da sutyen gibi askıya fırlattım.

“Basket.” Bu sefer basket olmuştu. Fırlattığım külot havada uçup askıya geçmişti. Adam bu benim basket lafına epey güldü. Doğrusu halim de çok komikti. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Masör de olsa hiç tanımadığım bir adamın karşısında masanın üstünde çırılçıplak gülüşüyordum. Kırk yıllık kaltaklar gibi olmuştum. Bunda mutlaka çakır keyif hadi itiraf edeyim barda içtiğim içkiler yüzünden yarı sarhoş olmamın da etkisi vardı. Keyifli keyifli masanın üstüne tekrar yüzü koyun uzanmadan önce adama şöyle bir baktım. Fena herif değildi. Hani burada istese seve seve verirdim. Hem de bugün kocamın beni tek başıma bırakıp gitmesinden sonra haydi haydi. Şimdi bu herif ben masaya uzanırken en gizli noktalarıma kadar her yerimi de görmüştür. Beni beğenmiş midir acaba?.. Kimbilir...


Adam gerçekten bir harikaydı. Masaya çırılçıplak uzandıktan sonra popoma bir havlu örttü ve sanatını icra etmeye başladı. Sırtımı ovuyor, parmaklarıyla kaslarımı gevşettikten sonra el ayalarıyla bastırıp bel kemiğime iniyor, omurlarımda belli bir noktaya hafif hafif bastırıyordu. Bu hareketleriyle her yerimin gevşediğini hissediyordum.

Sırtımı bitirdikten sonra sıra bacaklarıma geldi. Özellikle bacaklarımı ovalarken kendimden geçtim. Sanıyorum biraz da ıslanmıştım. Bunu hissettim. Masaj devam ederken kapının tıklandığını duydum. Adam tok bir sesle, “buyrun” dedi. Dışardan “Benim Tuğba” diyen bir kadının sesini işittim. “Gel müsaitiz” dedi masör. İçeriye birinin girdiğini duydum. “Tuğba hanım bana yardım edecek, İsveç masajında uzmandır.” dedi masörüm. Belli belirsiz bir onaylama çıktı mı ağzımdan bilemiyorum ama gerçekten ellerinin becerikliliği karşsında mayışmıştım. “Hıhıh” dedim hafifçe.

27 Kasım 2021 Cumartesi

Bir Zamanlar Tatilde 7 (Akıtanlar)

    Çıkışın oraya gelmiştim ki zınk diye durdum. Geri dönüp balkona, adamın oturduğu tarafa baktım. Yerinden kalkmaya yeltenmemişti. Bakışlarımız çakıştı. Yüzü ifadesizdi. Tıpkı şu an benimki gibi. İkinci bir gülümseyiş için de mecalim yoktu. Birkaç saniye durduktan sonra geri dönüp asansörlerin olduğu yere yürüdüm. Düğmeye basıp beklemeye başladım. Asansörü mü yoksa adamı mı bekliyordum? Acaba arkamdan gelir miydi? Kafamı sol tarafa çevirdim. Kimsecikler görünmüyordu ortalıkta. Asansör de gelmişti. Karnımda gittikçe belirginleşip pırpır eden, yukarıya boynuma doğru yayılan ve yakan bir heyecan dalgasıyla boş kabine girdim. Tam kapı kapanıyordu ki iki kanadın arasına giren bir el fark ettim. Otomatik sensör bu temas sonucu bir-iki saniye içinde kapıyı tekrar açacaktı. O muydu acaba? Arkamdan mı gelmişti? Güm güm atan ve neredeyse sesini kulaklarımla duyacağım kalp atışlarımın eşliğinde açılan kapıdan onun girmesini beklemeye başladım. Hayır! O değildi. Kırmızı üniformasıyla elinde bir havlu yığınını tutan bir komiydi kabine giren. Tir tir titreyen o halime bakıp telaşla:

    “Özür dilerim efendim, sizi korkutmak istemedim,” dedi.

    “Önemli değil,” diye mırıldandım. Göğsüm heyecanla inip kalkıyordu, nefesimi kontrol edemiyordum. Çok mu istiyordum o adamın peşimden odama gelmesini ve beni becermesini? Bu ben miydim? Asansör odanın bulunduğu kata gelesiye kadar başımı yerden kaldırmadım.

    Odamın kapısını kapatıp kendimi yatağa yüzü koyun fırlattığımda kalp atışlarım yeni yeni normale dönüyordu. Şimdi kapı çalınsa ve ben kalkıp kapıyı açsam, yemekhanede karşılaştığım o tanımadığım adamla burun buruna gelsem, acaba aynı heyecanı duyar mıydım? Büyük ihtimal korkardım herhalde. Hem ne derdim ki o durumda? “Buyrun içeri girin, size bir içki ikram edeyim” mi diyecektim acaba? Hadi be, ne o öyle kırk yıllık yosmalar gibi. “Buyrun ne istemiştiniz?” demem en akıl kârı olanıydı sanırım. Sonra da adamı savacaktım. Israr ederse de, soğuk bir şekilde, “Bakın beyefendi herhalde bir şeyleri yanlış anlıyorsunuz,” diyecektim. Hıh, kim inanırdı ki buna? Sen adama her yerini sergile, sonra da böyle davran. O bana ne diyecekti peki? Belki o da benim gibi çekingen davranacaktı, kemküm edecekti. Hayır hayır, o atak olmalıydı. Atak ve buyurgan. Aslında içimden, çok derinlerden gelen bir ses, odanın kapısını açtığımda onun ağzından tek bir kelime duymamı istiyordu: “Soyun!”

Retarder Ormanlarında. 2010. Foto: Kazım Kaos

    Şimdi şu an kapı çalınsa ve ben kapıya doğru kalp çarpıntıları eşliğinde tatlı bir heyecanla yürüsem. Açsam ve karşımda onu görsem. Girmesi için yana çekilsem… O içeri girse ve ben onun ardından kapıyı kapatsam… Yapabilir miyim tüm bunları? Buyurgan, ne istediğini ve benim ne istediğimi sezen bir ses tonuyla sadece şunu söylese: “Soyun!” Tüm gereksiz tanışma ritüellerini bir kenara bıraksak. Ben orada öylece onun karşısında dursam ve kendimden emin bir şekilde ağzımdan şunlar çıksa: “Neden sen soymuyorsun?”

    Ah, boş hayaller bunlar! Sırtüstü döndüm, uzanıp komodinin üstündeki paketten bir sigara alıp yaktım. Şu mereti de azaltmak yerine neden arttırıyorum ki? Hırsla dumanını içime çekip ağır ağır saldım. Herif peşimden gelmemişti. Niye ki? Sigarayı bitirdikten sonra doğrulup dar lakostu sırtımdan çıkardım. Daral gelmişti. Böyle sere serpe uzanmak da hoşuma gidiyordu. Göz ucuyla memelerimi gözden geçirdim. Uzanınca hiç de fena durmuyorlardı. En azından ayaktayken görülen hafif sarkma şimdi hiç yoktu. Buna da şükür ne yapalım. Abur cuburu fazla kaçırdığımdan uykum da gelmişti. Ey Seher, bunlar orta yaş emareleri, dikkat et kızım. Bir bacağımı dizimden kırıp kaldırdığımda kısa etek de neredeyse belime kadar toplanmıştı. Yatağında müşteri bekleyen ucuz şırfıntılara benziyordu halim. Gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu.

    Çıtırtı. Kapıda biri var! O adam mı? Bekleyelim? Belki çekingenlikten aklı yeni başına gelmiştir. İyi de hemen peşimden gelmediyse odamı nasıl bulacaktı ki? Kalkıp kapıyı açsam mı? Fakat fakat..! Kapıyı kilitlememiştim ben! Hemen kolumun bir tanesini yüzüme yaslayıp kısık gözlerle aradaki açıklıktan baktım. İçeri giren kim olacaktı acaba? Kalksana kızım, neden uyuyor numarası yapıyorsun ki? Ya kötü niyetli biri içeri girmek için çabalıyorsa şu an? Belki de otellerde yuvalanan hırsızlardan biridir? Lütfen hırsız ya da başka biri değil de o olsun Tanrım, lütfen. Bana bu iyiliği yap da biraz yaşayayım. Lütfen...

    Kolumun altından bakıp da içeriye dalanı görünce bir kez daha düş kırıklığına uğradım. Elinde havlularla demin asansörde karşılaştığım komiydi. İyi de neden yataktan fırlayıp üstümü başımı düzeltmiyor, bu gelen davetsiz misafiri uzaklaştırmıyordum? En azından kollarımla yüzümü saklamak yerine yatakta doğrulmalı, çıplak göğüslerimi kolumla kapatıp, “Lütfen dışarı çıkın, temizliği sonra yaparsınız, şimdi müsait değilim,” demeliydim. Pöh, hadi göğüsleri kapattık ta belime kadar sıyrılan varla yok arasındaki eteği ne yapacaktık? Üstelik içime külot giymediğimden mal meydandaydı. Allah kahretsin, ne boktan bir durum. Kahvaltı salonundaki yakışıklıyı beklerken kime niyet kime kısmet. Şu sivilceli komi de nereden çıktı? Beni bu halde görünce şaşırdı da salak. Uyuyup uyumadığımı anlamak için beni dikkatle inceliyor. Bak bak, iyi bak orama burama! Hey Allahım, neden doğrulup bu çocuğu kovmuyorum ki? Neden kımıldayamıyorum yattığım yerden?

Bu canlandırma için daha sonraki yıllarda kadrajda görünmeyen Berkecan Mesnetsiz, Rabia Hanım'ın suratına attırmış, cemiyetin fotoğrafçısı Kazım Kaos da öncesinde ve sonrasında deklanşöre basarak bunu ölümsüzleştirmişti.

    Aman Allahım, o da ne? Ne yapıyor ki öyle? Önünü karıştırıyor düpedüz. Acaba ne..? Tüh, hay Allah senin belanı vermesin emi. Bana baka baka otuz bir çekecek bu tıfıl oğlan. Fermuarını çözüyor iki arada bir derede. Cesarete bak. Aniden uyanmayacağımdan nasıl da emin olabiliyor bu salak? Kolumun altından merakla izliyorum onu. Şimdi organı tamamen dışarıda. Boyutu da hiç fena değilmiş üstelik. Bizim herifinkinden sonra epey kallavi görünüyor gözüme. Gözlerini iri iri açmış vücudumda gezdiriyor, iştahla sıvazlıyor orasını. Artık kalkıp onu kovamam da. Madem ki uyuyor numarası yaptık sonuna kadar gidelim. İşini bitirmesini beklemek lazım. Eğer şimdi ona suç üstü yaparsam belki de düştüğü durumdan kendini sıyırmak için savunma mekanizması devreye girer ve saçma sapan hareketler yapmaya ya da tam tersi sarkıntılığa kalkar, sonra uğraş dur. Rezalet ki ne rezalet. Bir de hızlı hızlı soluyor kerata. Hadi artık bitir şu işini oğlum, el mahkum bekleyeceğim ben. Bir süre sabırla onu izliyorum. Evet, devinimleri hızlandı, sanırım gelmek üzere. İlk defa yanı başımda mastürbasyon yapan bir erkeğe denk geliyorum. Böyle garip bir olay sadece benim başıma gelir herhalde? Hadi artık çocuğum, hadi. Aha titriyor! Boşalacak galiba. İlk damlayı göbeğimde hissediyorum, kırbaç gibi tenime saplanıyor. Bir kısmı da bacaklarıma, memelerime ve boynuma bulaşıyor. Nasıl da fışkırtıyor bacaksız. Ne bu canım böyle? Çeşme mi akıtıyorsun oğlum? Baştan aşağı her tarafımı berbat ettin. Üstüme sanki bir kase muhallebi devrilmiş gibi oldu. Fakat artık yetişir! Aniden kolumu yüzümden çekip yatakta doğruluyorum ve haykırıyorum:

    “Ülen serseri, ülen serseri! Ne yaptığını sanıyorsun sen?”

    Fakat kimse yok ki ortada. Kötü bir rüyaymış. Bir solukta yataktan kalkıp koştum, kapıyı kilitledim. Tam temizlik görevlilerin katları dolaşacağı zaman dilimi. Kimse girmesin artık, istemiyorum. Senin de alacağın olsun Semih. Bana olan ilgisizliğin yüzünden psikolojim nasıl bozulmuş da bak neler neler giriyor rüyalarıma. Saate baktım, on ikiye beş vardı. Aceleyle üstümdeki eteği çıkarıp bikinimin külotunu giydim, uzun şile bezi elbisemi sırtıma geçirdim. Mayomun sütyenini de plaj çantama tıkıştırdım. Şimdi doğru denize. Ama önce bara uğramalı, birkaç votka-limon yuvarlamalı. Kendime verdiğim sarhoş olma sözünü unutmadım.


24 Ekim 2020 Cumartesi

Bir Zamanlar Tatilde 6 (Fanteziler)


    Bıraktığı notu okuduktan sonra hırsımdan ağlayacaktım. Allah’ın belası! Yapacağını yapmıştı işte. Koy gezintisiymiş, balık tutacaklarmış. Peh peh! Anladım ben o balığın ne olduğunu, sen onu külahıma anlat hele. Senin gibi miskin bir herif çıkarı olmadan şuradan şuraya adımını atmaz. Görmedim mi sanıyorsun o çiroza benzeyen sıska arkadaşının telefonuna attığı mesajı. “Svetlana ve arkadaşı da gelecek. Hareket sabah sekizde.” Dilerim bindiğin tekne batar da Svetlana da, sen de, o nanemolla arkadaşın da boğulursunuz. Üç kuruşluk yabancı dilinle elin kadınlarının peşinden nasıl koştuğunu biliyordum da bir tatil köyünde hem de karın yanındayken sırf Rus becermek için boyundan büyük bu kadar yalanın altına girebileceğini hiç ummazdım. 

Kayalıklarda sereserpe yatarken. (Foto: Sadık Yarasa)

    Kendimi sakinleştirmek için duşa yöneldim. Soyunup kendimi buz gibi akan suyun altına attım. Bir beş dakika kadar oyalandıktan sonra çıkıp kurulandım. Hemen denize iner miyim? Hayır! Canım ölesiye içip sarhoş olmak istiyordu. Fakat demlenmeden önce temeli sağlam atmak gerekirdi. Saate göz attım. Kahvaltı salonunun kapanmasına az bir şey kalmıştı ve oraya yetişip acilen bir şeyler atıştırmalıydım. Karnım zil çalarken votka limonla midemi delemezdim. Bikinimi giyse miydim içime? Amaaaan sen de... Plaja gitmeden önce nasıl olsa odaya uğrayacaktım. Külotumu giymeden ayağıma çabucak tenisçi stili beyaz pileli eteğimi geçiriyorum. Üstü uyumlu olsun diye de dolaptan kısa ve göbeğimi neredeyse bir karış açıkta bırakan beyaz dar bir lakost seçtim. Sütyene de gerek yoktu bu sıcakta. Zaten tişörtüm dapdaracıktı bir de bu sıcakta ne o öyle mengeneye girmiş gibi? Peki benim gibi yaşı kırka dayanmış mazbut bir hanımefendi tatil köyünde iç çamaşırsız fink atar mı? Atar efendim atar. Şimdi canım böyle istiyor.

    Hazırlığımı tamamladıktan sonra çıkmadan önce dolaptaki aynaya göz gezdirdim. Göz kalemiyle ufak bir iki rötuş, birkaç allık darbesi, açık pembe ruj. Ne varmış? Oram buram da görünmüyordu işte. Tabii oturup kalkmama dikkat edersem.

    Yemekhaneye indiğimde salon boş sayılırdı. Büfeden alacaklarımı aldıktan sonra içeride oturmaktansa rahat rahat sigara tüttürürüm düşüncesiyle açık tarafa seyirttim. Tepsiyi boş bir masaya yerleştirdim ve oturdum. Şu sandalyeleri de neden arkaya kavisli yaparlar ki? Oturur oturmaz zaten kısa olan eteğim iyice yukarı çıkmıştı. Beyhude bir şekilde aşağı çekiştirdim ama inmiyordu namussuz. Bu işle meşgul olurken gözüm üç masa öteye kaydı. Otuzlu yaşlarının sonlarında görünen şakakları hafif kırlaşmış kumral bir adam kahvaltısını ederken bir taraftan da çaktırmadan bacaklarıma bakıyordu. Giyimi hoşuma gitmişti. Bakımlıydı, beyaz keten pantolon üstüne kırmızı tişört giymişti. Sandaletleri de öyle kıro işi değil sanki o pantolon için özenle seçilmiş gibi duruyordu. Rafine zevkleri vardı anlaşılan. Benim ona baktığımı fark edince gözlerini kaçırmıştı ama renk vermeden beni seyrettiğini anlamıştım. Acaba etim nerelere kadar görünüyordu? Başka zaman olsaydı bunu kişisel bir tehdit olarak algılardım ama şu an yabancı bir erkeğin beni seyretmesi hoşuma gidiyordu. Kahvaltı süresince zaman zaman çaktırmadan göz ucuyla ona baktım. Evet yanılmıyordum. Yiyip içmeyi çoktan bitirmişti ve sırf bacaklarımı ve belki de masanın altından görünen çıplak kasıklarımı rontlamak için oyalanıyordu da oyalanıyordu. Rahat rahat apış aramı da görebilsin diye sırf domuzluğuna bacaklarımı sonuna kadar araladım ve erkekler gibi sandalyemde yayıldım. 

Kayalıklarda sereserpe yatarken. (Foto: Sadık Yarasa)

    Nasıl olurdu acaba bu yabancıyla sevişmek? Sadece gözle iletişim kursak ve önce ben kalksam masadan, yavaş adımlarla yemekhanenin kapısına yönelsem, sonra tam çıkacakken adama dönüp davetkar bir bakış fırlatsam..? Fakat davetkar bakış nasıl olurdu ki? Bu yaştan sonra davetkar bakış atmayı öğrenecek halim yoktu herhalde. En iyisi hiç öyle yapmamak, direkt adamın yanına yaklaşıp, “Ben odama çıkıyorum beyefendi, siz de arkamdan gelirsiniz değil mi?” demek. Orospuluğun böylesi! İlahi Seher. Kızım sen bunları yap, dünyaya da kuyruklu yıldız düşsün. Beceremezsin ki... Bak sadece aklına getirmek bile titremene yol açtı. Nerede kaldı niyetlenip de bunları eyleme dökmek? Sen ancak farkında olmamış gibi el alemin adamına frikik verirsin. Geç bunları geç.

    Bunları düşünürken kahvaltımı bitirmiştim. Çayımı yudumlayıp bir sigara yaktım, bacak bacak üstüne attım. Eteğim şimdi tamamen bel hizasına sıyrılmıştı. En kuytu yerlerim tabak gibi önünde olmalıydı. Öyle ya, ışık karşıdan vurduğuna göre. Acaba tüm bunları Semih’ten intikam almak için mi yapıyordum? Kimbilir? Peki ya birkaç gündür zaman zaman içimde kabaran kural tanımaz şehvet dalgası kontrolüm dışında sinsi sinsi devreye giriyorsa ve Semih işin sadece bahanesiyse?

    Hatırlasana kızım, hiç mi daha önceden Semih’in gizli kaçamaklar yaptığından şüphelenmedin? Semih’in seni her aldattığını düşündüğünde ondan intikam almak için yabancı erkekleri mi aklına düşürüyordun önceden? Hem doktorunun söylediklerini de hatırla ayrıca. Tüm bu çılgınlıklar menopoz öncesinin bunalımları olabilir? O denize çıplak girmeler, ıssız kayalıklarda mastürbasyon yapmalar. Sen eskiden böyle miydin?

    Soruları kafamdan bir çırpıda sildim. Kararımı vermiştim. Ama gariptir, neye karar verdiğimi bilemiyordum. Çayımdan son yudumu da alıp sigaramı söndürdüm. Mecburiyetler ve yükümlülükler bana yukarı çıkıp bikinimi giymeyi ve soluğu barda almayı salık veriyordu. Sonra da ver elini deniz. Tek başıma güneşlenecek, yüzecek ve Semih’in dönmesini bekleyecektim. Ayağa kalktım. İstemsiz bir şekilde gözlerim birkaç saniye için karşımda oturan adama kilitlendi. Hafifçe gülümseyip hemen bakışlarımı kaçırdım. Allahım, nasıl yaptım bunu ben? Kafamı o kadar hızlı çevirmiştim ki onun tepkisini bile beklememiştim. Acaba o da gülümseyip cevap vermiş miydi?

    Yavaş adımlarla düşünceli bir şekilde yemekhanenin kapısına yürüdüm.

    Bari biraz kendinden emin yürü de havan olsun be kadın! Ne o öyle süklüm püklüm gitmeler. Gelirse gelir, gelmezse gelmez.

25 Aralık 2019 Çarşamba

Bir Zamanlar Tatilde 5 (Hüsran)


    Birinin bana seslenmesiyle uyandım. Benim hıyardı bu. “Saat kaç oldu?” diye sordum. “Dört oldu. Ne yaptın, hep uyudun mu burada?” Heee hep uyudum, arada garsonlara oramı buramı gösterdim, ya sen ne yaptın. “Yok be yahu, arada denize girdim bir ara sana el salladım ama görmedin,” dedim. “Sohbete dalmış olmalıyız o yüzden, hadi gel birer tost yiyelim.”

    Merdivenlerden yukarı çıkıp tost yapılan yere doğru yürüdük. Burnuma kömür ateşinde pişmiş sucuk kokusu geldi. İştahım açılmıştı. Boş masalardan birine oturup benim hayvana, “Bana iki tane getir,” dedim. Boşan da semerini ye obur karı. Tostlar gelesiye kadar da etrafı seyrettim. Ufff nasıl da acıkmışım. Buz gibi ayran eşliğinde iki büyük boy tostu beş dakikada götürdüm. Bizimki de tostunu bitirince "Yukarı çıkalım mı, bir şeyleri konuşmamızın zamanı geldi de geçiyor," dedim.  Beni soğuk bir edayla süzüp “İyi de, 4 buçukta langırt turnuvasına bekliyorlar beni,” dedi. Tepem atmıştı: “Başlatma langırtına! Sonra gidersin kaçıyor mu? Önce odamıza çıkıp konuşmalıyız. Kolundan çektim. “Peki peki tamam,” dedi.

Rabia Hanım, Sadık Yarasa'ya keyifle poz veriyor.

    Odaya girdikten sonra ona ne karar verdiğini soruyorum. Sonuçta ayrılma önerisini ilk yapan kendisiydi ama beni buraya tatile getirip hiç bir şey söylemeyen de oydu. "Bitti bu iş," diyor soğuk bir ifadeyle. "Yarın İstanbul'a dönüyorum ama sen kal burada. Tatilin tadını çıkar. Ayrıntıları avukatım sana bildirri nasıl olsa." Bir şey demiyorum. Sigarasını bitirip, “Hadi ben langırtın oraya iniyorum, istersen biraz sonra sen de oraya gel,” deyip yerinden kalkıyor ve toz oluyor. Sıçayım langırtına senin. Çocuğumuz olmuyor diye beni zaman zaman aşağılamasına alışmıştım bu sessizliği ve sinsiliği hayra alamet değildi. Yatağa uzandım.

    Bir süre yattığım yerden öylece tavanı seyrettim. İçimde güçlü bir ağlama isteği geldiğinde de hafif hafif zırlamaya başladım. Sonrasında da "Bak kızım, hiç bunlara hele bu herife hiç değmez, amaaan siktir et," diye kendi kendime telkin yapmaya çalıştım. Üstümü giyinmek üzere kalktım. Sonra aklıma plaj çantasını sahilde bıraktığımı geldi. Aceleyle altıma bir şort ve üstüme de beyaz tişörtümü geçirdim. Sahile indiğimde etraf iyice tenhalaşmıştı. Şezlongun yanına gittim, çantayı toparladım. Tam çantayı alıp çıkıyordum ki denizin çağrısına dayanamadım ve elimdekileri kumlara bırakıp koşa koşa denize doğru yöneldim. Cupppp. Hızlı hızlı tekrar açıklara doğru yönelip nefessiz kalıncaya kadar kulaç attım. Kafamı çevirip geri baktığımda 300 metre kadar açılmış olduğumu fark ettim. Yavaş yavaş yüzerek kıyıya geldim. Denizden çıktım, çantamı alıp otele giden ağaçlı yola yürüdüm. Yolda benimle karşılaşan tatil köyü sakinlerinden bazıları -özellikle erkekler- uzun uzun baktı. Beyaz tişörtümden baş kaldıran memelerimin sayesindeydi bu bakışlar. Hiç aldırmadım. Yurdum ve yurt dışı erkeklerine akşam akşam göz ziyafeti çekip odama girdim. Yolda bizim kıvırcık garsonla da karşılaşsaydım iyi olurdu, sevinirdi garip.

Rabia Hanım umutla kendi geleceğine bakarken. Foto: Selin Radar

    Tekrar odaya döndüğümde sıcak suyu açıp üstümdekilerle duşun altına girdim. Eh hayvan herif sana bunların hesabını sormazsam. Fakat bu hesap sorma işi nasıl olacaktı ki? Çocuğum olmuyordu ve bunun için nafaka falan almam kolay değildi. Her şeye yeniden başlayacaktım. Üzerimdekileri çıkarırken bunları düşünüyordum. Zaten adamla paylaştığımız bir şey yok daha neyin hesabını soracaktım? Uzun zamandır ne beynimin ne de bedenimin efendisi değildi puşt. Kafam karmakarışık banyodan çıktım. Kurulanıp bavuldan yeni bir çamaşır takımı seçtim. Aynadaki görüntümle fazla ilgilenmemeye çalışarak üstümü giydim. Makyaj masasına oturunca bir süre yüzümü inceledim. Ağladığım için göz altlarım biraz şişmişti. Ama beni düşündüren yanağımın üstündeki dikey kırışıklıktı. Kapatıcıyla biraz rötuş yaptıktan sonra suratıma az bir allık sürdüm. Dudağımın az üstündeki kahverengi güneş lekesi biraz düşündürdüyse de “Mutlaka geçicidir, kışın kaybolur bunlar,” fikriyle teselli bulmaya çalıştım. Gözlerime rimelle ince birer çizgi çektikten sonra uçuk pembe rujumla makyajımı tamamladım. Bu arada kapı çaldı. “Bizim öküzdür,” düşüncesiyle “Kim o,” demeden kapıyı açtım. Bingo! Oda servisi. Sutyen külotla elin adamının uzattığı ekstra listesini imzaladıktan sonra boş bardakları vermek üzere yatağın üzerindeki etajere yöneldim. Böylece bir de popo show yapmış oldum herife. İyice teşhirci olmuştum istemeden. Adam, alı al, moru mor “Sağ olun hanımefendi,” deyip gidince ben de son bir kez odayı kontrol edip dışarı çıktım. 

24 Aralık 2019 Salı

Bir Zamanlar Tatilde 4 (Plajda)

Tembellik de bir yere kadar. Foto Rabia Hanımın özçekimidir.

    Küvetten çıktım ve giyinmek üzere odaya geçtim. Bizim hipopotam yine uykusunun en derin yerlerinde kulaç atıyordu. Saate baktım on bire geliyordu. Kahvaltıyı kaçırmamak için külotumu giymeden ayağıma bir bermuda üzerime de askılı bir bluz geçirip koridora fırladım. Asansörde beni plajda gören kıvırcık garsonla karşılaştım. Hafifçe gülümsedim. Utangaç bir şekilde selamımı aldı ve inerken yol verdi. Feci kızarmıştı garibim. Hey Lamia, sakın bu utangaç oğlan... Hayır hayır, olur mu hiç!

    Kahvaltı yaparken sabahleyin yaptığım o çılgınlık ve sonrasında banyoda aklımdan geçenler kafamı kurcalıyordu. Kendi kendime, “Kızım madem bir bok yedin bari tadını çıkar, keyfini sürdür,” dedim. Kahvaltıda açık büfeden yine bir sürü öteberi alıp bir çoğunu salonda bir tur attıktan sonra geri bıraktım. Kilo alma endişesi beynimi kemiriyordu. Sabahleyin o adaya yüzüp geri dönerek kondisyonumun hala yerinde olduğunu kanıtlamıştım ama yine de dikkat etmek gerekiyordu. Karbonhidratlı maddelerden, şekerden, hamur işinden uzak durmak lazımdı. Ama yine de susamlı halkalardan 4 tane mideye indirdim. İki bardak çay da içince keyfim yerine gelmişti. Bir keyif sigarası yaktım.

    Kahvaltı salonundan çıkarken garsonlardan birinin bana dikkatlice baktığını fark ettim. Kıvırcık olanı değildi. Herhalde sabahleyin sahilde beni sutyensiz yakalamış olanlardandı. Aman bana ne ya, n'apayım gördüyse. Salla gitsin. Bizim herife söyleyecek hali yok ya. Hem söylerse söylesin. Çok da şeyimdeydi artık. Merdivenlerden inerken alt katta geç kahvaltı verilen salonda bizimkini fark ettim. Tabağına dağ gibi poğaça, börek doldurmuş, tıkınıyordu. Yanına yaklaşıp sordum:

    “Dün gece çok içtin galiba, vakit öğlen oldu.”

    “Felaket başım ağrıyor onun için, hem sana ne bundan!” dedi miskin miskin.
    
    “Eeee sen de içmeseydin o kadar. Beleş içki bulunca kaçırmıyorsun,” diye cevapladım.

    “Sen beni bırak da sen ne yaptın?” diye isteksizce sordu.

    Hiiiç, ne yapacağım. Sabah erken kalktım, denizde çırılçıplak yüzüp ilerideki adaya gittim. Orada da şeyimi kurcaladım. İki kişi de beni seyretti.

    “Biraz erken kalkıp yüzdüm, sonra kahvaltı ettim,” diye cevapladım benimkini.

    “İyi iyi. Ben bir şeyler daha yiyip oyun salonuna iniyorum. Akşama görüşürüz.”

    Oha! Boşan da semerini ye. Asansöre binip odaya çıktım. Adama bak yahu, göbek Himalayalar gibi olmuş hala tıkınma derdinde. Kapıyı açıp içeri girdim, dolaptan bugün için giyeceğim mayoyu seçtim. Giyinirken gözüm memelerime takıldı. Hafiften bir sarkma vardı ama yine de idare eder gibi görünüyordu. Rus kızlarıyla yarışamazdım ama Alman karılarına beş basardım. Aynada düz ama aşağılara doğru hafif bir bombe yapan karnımı seyrettim. Dikkatli olmak gerekiyordu. Yağlılardan uzak durmalı, şekeri azaltmalıydım.

    Sahile indiğimde plaj yükünü almış durumdaydı ve adım atacak yer yoktu. Boş bir şezlong bulmak için etrafta dolaşmaya başladım. Sonunda bir tane bulmuştum ama o da gölgelikteydi. Güneşe çekmek için elimdeki çantayı yere bıraktım. Tam şezlonga yapışıp çekecektim ki bir ses, “Abla bırak, ben çekerim nereye istersen,” dedi. Dönüp arkama baktım, kıvırcık saçlı garson sevimli mi sevimli gülümseyip duruyordu. “Tamam şekerim,” deyip bırakacağı yeri işaret ettim. Sonra da çantamı alıp çektiği yerin başucuna bıraktım. Üstümdeki havlu bornozu çıkarıp çantaya koydum, şezlonga uzandım. Baktım gitmiyor hala başımda durmuş, soru dolu gözlerle kafamı kaldırıp gülümsedim:

    “Hayrola?”

    “Abla, ben burada görev yapıyorum 5'e kadar. Bir şeye ihtiyacınız olursa...”

    “Sağol hayatım, bir soda getirmekle başlayabilirsin. Limonlu olsun.”

    “Hemen abla ne demek.”

    Sevimli çocuktu ama bu abla muhabbetine gelemiyordum. Ondan en az on beş yaş büyüktüm ama yine de bu hitap şekli bana yaşımı acı bir şekilde hatırlatıyordu. Biraz da otuz beş yaş kompleksimi ve korkumu. Ne de olsa otuz üçteydim ve kırka az kalmıştı. Sodayı beklerken çevreme şöyle bir göz gezdirdim. Rus kadınları gerçekten genetik olarak diğerlerinden farklılığını gösteriyordu. Hem boyları uzun hem de kalçaları yüksek duruyordu. Memleket kadınları ise ya düşük kalçalı ya da kısa bacaklıydı. Ben zamanında voleybol oynadığım için epey şanslıydım ama boyumun 1.70'den de fazla olmasını isterdim. Amaaaan salla gitsin, eğer mutluysan senden güzeli yoktur bu dünyada... Peki ben mutlu muydum?

    Bir beş dakika sonra soda geldi. Pampişim benim, ne güzel de süslemiş bardağı. Kenarına kokteyl için kullanılan plastikten şemsiye takmış. Ona sıcak bir teşekkür ettim. Sodadan bir yudum aldım, harika. Buz gibiydi.

    “Teşekkür ederim tatlım.”

    “Ben teşekkür ederim abla.”

    “Yarım saat sonra bir tane daha getirirsin.”

    “Tabii tabii, ne demek? Enişte nerede, gelmiyor mu daha?”

    “Kahvaltısını bitirmedi henüz.”

    “Abi de maşallah boğazına düşkün.”

    “Öyledir o.”

    Gülüştük.

    “Yüzmeyi seviyorsunuz galiba.”

    “Evet bayılırım denize.”

    “Sabah erkenden kalkmışsınız, yüzerken gördüm sizi.”

    Trink jeton düştü işte. Sabah beni yarı çıplak gördü ya, etkilenmiş çocukcağız. Pek yüz vermiyorum yine de. “Eh işte tatilin tadını çıkarmak gerekiyor,” deyip çantadan kitabıma uzandım. Öylece birkaç saniye durduktan sonra izin isteyip yanımdan ayrıldı. Bir müddet kitap okuyup sonra etrafı seyrettim. Yavaş yavaş millet öğle yemeğine gider birazdan. Tam tekrar kitaba dönecekken elli metre ileride bizimkini fark ettim. Yine o boş gezenin boş kalfası hımbıl arkadaşlarının yanına gitmişti pezevenk herif.

    Terliklerimi çıkarıp denize doğru yürüdüm. On metre kalmışken koşmaya başlayıp balıklama suya atladım. Suyun bedenime çarpmasıyla sarsıldım, dibe daldım. Bir müddet suyun altında gittikten sonra yüzeye doğru kendimi bıraktım. “Ohh dünya varmış.” Hızlı hızlı kulaç atmaya başladım açığa doğru. Bir süre kulaç attıktan sonra geri dönmeye karar verdim. Bu on gün içerisinde ne kadar hareket edersem o kadar formumu korumuş olurdum. Ne kadar köfte o kadar ekmek hesabı. Sahile çıktım, şezlonguma doğru yürüdüm. Çantamdan havluyu alıp kurulanmaya başladım. Göğüslerimin ucu yine serin suyla iyice kabarmış, sertleşmişti. Mayoyu da değiştirmek gerekiyordu. Havluyu belime sardım ve şezlongun ortasına oturup bikinimin altını çıkarmaya çalıştım. Ufff hiç de sevmem havlu altından mayo değiştirmeyi. Ama kabinler de epey uzakta kalıyordu. Gidemem şimdi oraya, üşenirim.

    Bir dakika kadar uğraştıktan sonra mayomu havlunun altından çıkarmayı başardım. Çantaya uzanıp yedeği aldım. Şimdi bunu giymek daha zordu. Ayaklarımdan geçirdim ama havlunun altından belime nasıl çekeceğim? Aklıma parlak bir fikir geldi. Oturup havluyu çözdüm ve külotu dizlerime kadar çektikten sonra birden ayağa kalkıp kalan kısmını da yukarıya çektim. Bu bir saniyelik süre içinde popom çıplak görünmüştü ama sabahki yaptığımdan sonra bunu normal karşıladım. Arkamı dönüp çantadan bikini üstünü aramak için eğildiğimde de... Bingo! Bizim garson yine karşımda.

    Elinde yine soda bardağı vardı. “Yarım saat geçince getir demiştiniz de...” Sağ ol minnoşum be , sen de olmasan. Burada beni düşünen bir tek sen varsın. “Teşekkür ederim canım,” deyip elinden bardağı aldım. Eeee bikini üstünü nasıl değiştireceğim şimdi? Onun da kolayını buluyorum. Ulen ne kaltağım ben. “Hayatım bir saniye tutar mısın,” deyip bardağı geri uzattım ona. O elinde bardağı tutarken eğilip çantamdan yedek bikininin sutyenini buldum. Garsonun şaşkın bakışları altında üzerimdeki ıslak sutyeni çıkarıp kuru olanını giydim. Bardağı geri almak için elimi uzattığında yüzüne baktım. Gizleyemediği bir hayranlıkla beni seyrediyordu. Ona çektiğim bu sözde göz ziyafetinin etkilerini görmek için çaktırmadan pantolonunun önüne göz attım. Bir şey belli değildi ama bana boş boş bakmasından kayıtsız olmadığını fark edebiliyordum. İyi de o da fazla mı uzun baktı nedir? Aaa resmen o da benim önüme bakıyor ya. Bu kadarı fazla artık. “Nereye bakıyorsun sen?” diye çıkıştım. Kekeliyor, “Abla şey mayonuzun önü... Görünüyor da.” Ne diyor bu oğlan şimdi?

    “Ne mayosu bir tanem? Ne diyorsun?”

    “Abla önünüz sıkışmış da... Şeyiniz görünüyor... Düzeltmeniz gerek...”

    Eğilip mayomun önüne bakıyorum. Aaaa haklı çocuk. Rezalet! Aceleyle çekeyim derken bir yarısı dışarıda kalmış bizim küçük Lamia'nın. Bizim üçgenin sol dış dudakları kafasını uzatmış, “Merhaba, ben buradayım,” diyor. Kumaşı hemen elimle düzeltip saklanması gereken yeri örttüm. Garsona dönüp: “Tamam şekerim, şimdi git sen,” dedim. Allah kahretsin, rezalete bak. Çocuk sabah memelerimi görmüştü, simdi de resmen amcığımın fotoğrafını çekti.
 
Genç garson her yerimi görmüştü neredeyse. Foto: Selin Radar

    O gidince tekrar kitabıma döndüm. Sanırım kitap okuyarak bir saat geçirmişim. Erken kalktığım için göz kapaklarımın ağırlaştığını hissettim. En iyisi az bir şey kestirmek. Nasıl olsa başımın olduğu taraf da gölgeye geldi şimdi. Şezlongun baş kısmına dürdüğüm bir havluyu yastık yapıp uyuma pozisyonuna girdim. Nedense gölgede hafifçe ürperir gibi olmuştum. Büyük boy havluyu da üstüme örttüm. Kıvrılıp yan döndüm, gözlerimi kapattım. İyi de gel de uyu şimdi. Beş altı şezlong önümde iki genç birbirleriyle yiyişiyorlardı. Tam gözlerimi kapatıyorum bir kıkırtı, açıyorum bunlar dudak dudağa. En iyisi öbür tarafa dönmek. Öbür tarafa döndüğümde ise bizim kıvırcık garsonun olduğu plaj kafeteryası ile burun buruna geliyorum. Adaaam sende. Uzun uzun esneyip tatlı bir uykuya dalmak üzereyim.