En Sevdiğim

En Sevdiğim

Bu Blogda Ara

25 Aralık 2019 Çarşamba

Bir Zamanlar Tatilde 5 (Hüsran)


    Birinin bana seslenmesiyle uyandım. Benim hıyardı bu. “Saat kaç oldu?” diye sordum. “Dört oldu. Ne yaptın, hep uyudun mu burada?” Heee hep uyudum, arada garsonlara oramı buramı gösterdim, ya sen ne yaptın. “Yok be yahu, arada denize girdim bir ara sana el salladım ama görmedin,” dedim. “Sohbete dalmış olmalıyız o yüzden, hadi gel birer tost yiyelim.”

    Merdivenlerden yukarı çıkıp tost yapılan yere doğru yürüdük. Burnuma kömür ateşinde pişmiş sucuk kokusu geldi. İştahım açılmıştı. Boş masalardan birine oturup benim hayvana, “Bana iki tane getir,” dedim. Boşan da semerini ye obur karı. Tostlar gelesiye kadar da etrafı seyrettim. Ufff nasıl da acıkmışım. Buz gibi ayran eşliğinde iki büyük boy tostu beş dakikada götürdüm. Bizimki de tostunu bitirince "Yukarı çıkalım mı, bir şeyleri konuşmamızın zamanı geldi de geçiyor," dedim.  Beni soğuk bir edayla süzüp “İyi de, 4 buçukta langırt turnuvasına bekliyorlar beni,” dedi. Tepem atmıştı: “Başlatma langırtına! Sonra gidersin kaçıyor mu? Önce odamıza çıkıp konuşmalıyız. Kolundan çektim. “Peki peki tamam,” dedi.

Rabia Hanım, Sadık Yarasa'ya keyifle poz veriyor.

    Odaya girdikten sonra ona ne karar verdiğini soruyorum. Sonuçta ayrılma önerisini ilk yapan kendisiydi ama beni buraya tatile getirip hiç bir şey söylemeyen de oydu. "Bitti bu iş," diyor soğuk bir ifadeyle. "Yarın İstanbul'a dönüyorum ama sen kal burada. Tatilin tadını çıkar. Ayrıntıları avukatım sana bildirri nasıl olsa." Bir şey demiyorum. Sigarasını bitirip, “Hadi ben langırtın oraya iniyorum, istersen biraz sonra sen de oraya gel,” deyip yerinden kalkıyor ve toz oluyor. Sıçayım langırtına senin. Çocuğumuz olmuyor diye beni zaman zaman aşağılamasına alışmıştım bu sessizliği ve sinsiliği hayra alamet değildi. Yatağa uzandım.

    Bir süre yattığım yerden öylece tavanı seyrettim. İçimde güçlü bir ağlama isteği geldiğinde de hafif hafif zırlamaya başladım. Sonrasında da "Bak kızım, hiç bunlara hele bu herife hiç değmez, amaaan siktir et," diye kendi kendime telkin yapmaya çalıştım. Üstümü giyinmek üzere kalktım. Sonra aklıma plaj çantasını sahilde bıraktığımı geldi. Aceleyle altıma bir şort ve üstüme de beyaz tişörtümü geçirdim. Sahile indiğimde etraf iyice tenhalaşmıştı. Şezlongun yanına gittim, çantayı toparladım. Tam çantayı alıp çıkıyordum ki denizin çağrısına dayanamadım ve elimdekileri kumlara bırakıp koşa koşa denize doğru yöneldim. Cupppp. Hızlı hızlı tekrar açıklara doğru yönelip nefessiz kalıncaya kadar kulaç attım. Kafamı çevirip geri baktığımda 300 metre kadar açılmış olduğumu fark ettim. Yavaş yavaş yüzerek kıyıya geldim. Denizden çıktım, çantamı alıp otele giden ağaçlı yola yürüdüm. Yolda benimle karşılaşan tatil köyü sakinlerinden bazıları -özellikle erkekler- uzun uzun baktı. Beyaz tişörtümden baş kaldıran memelerimin sayesindeydi bu bakışlar. Hiç aldırmadım. Yurdum ve yurt dışı erkeklerine akşam akşam göz ziyafeti çekip odama girdim. Yolda bizim kıvırcık garsonla da karşılaşsaydım iyi olurdu, sevinirdi garip.

Rabia Hanım umutla kendi geleceğine bakarken. Foto: Selin Radar

    Tekrar odaya döndüğümde sıcak suyu açıp üstümdekilerle duşun altına girdim. Eh hayvan herif sana bunların hesabını sormazsam. Fakat bu hesap sorma işi nasıl olacaktı ki? Çocuğum olmuyordu ve bunun için nafaka falan almam kolay değildi. Her şeye yeniden başlayacaktım. Üzerimdekileri çıkarırken bunları düşünüyordum. Zaten adamla paylaştığımız bir şey yok daha neyin hesabını soracaktım? Uzun zamandır ne beynimin ne de bedenimin efendisi değildi puşt. Kafam karmakarışık banyodan çıktım. Kurulanıp bavuldan yeni bir çamaşır takımı seçtim. Aynadaki görüntümle fazla ilgilenmemeye çalışarak üstümü giydim. Makyaj masasına oturunca bir süre yüzümü inceledim. Ağladığım için göz altlarım biraz şişmişti. Ama beni düşündüren yanağımın üstündeki dikey kırışıklıktı. Kapatıcıyla biraz rötuş yaptıktan sonra suratıma az bir allık sürdüm. Dudağımın az üstündeki kahverengi güneş lekesi biraz düşündürdüyse de “Mutlaka geçicidir, kışın kaybolur bunlar,” fikriyle teselli bulmaya çalıştım. Gözlerime rimelle ince birer çizgi çektikten sonra uçuk pembe rujumla makyajımı tamamladım. Bu arada kapı çaldı. “Bizim öküzdür,” düşüncesiyle “Kim o,” demeden kapıyı açtım. Bingo! Oda servisi. Sutyen külotla elin adamının uzattığı ekstra listesini imzaladıktan sonra boş bardakları vermek üzere yatağın üzerindeki etajere yöneldim. Böylece bir de popo show yapmış oldum herife. İyice teşhirci olmuştum istemeden. Adam, alı al, moru mor “Sağ olun hanımefendi,” deyip gidince ben de son bir kez odayı kontrol edip dışarı çıktım. 

24 Aralık 2019 Salı

Bir Zamanlar Tatilde 4 (Plajda)

Tembellik de bir yere kadar. Foto Rabia Hanımın özçekimidir.

    Küvetten çıktım ve giyinmek üzere odaya geçtim. Bizim hipopotam yine uykusunun en derin yerlerinde kulaç atıyordu. Saate baktım on bire geliyordu. Kahvaltıyı kaçırmamak için külotumu giymeden ayağıma bir bermuda üzerime de askılı bir bluz geçirip koridora fırladım. Asansörde beni plajda gören kıvırcık garsonla karşılaştım. Hafifçe gülümsedim. Utangaç bir şekilde selamımı aldı ve inerken yol verdi. Feci kızarmıştı garibim. Hey Lamia, sakın bu utangaç oğlan... Hayır hayır, olur mu hiç!

    Kahvaltı yaparken sabahleyin yaptığım o çılgınlık ve sonrasında banyoda aklımdan geçenler kafamı kurcalıyordu. Kendi kendime, “Kızım madem bir bok yedin bari tadını çıkar, keyfini sürdür,” dedim. Kahvaltıda açık büfeden yine bir sürü öteberi alıp bir çoğunu salonda bir tur attıktan sonra geri bıraktım. Kilo alma endişesi beynimi kemiriyordu. Sabahleyin o adaya yüzüp geri dönerek kondisyonumun hala yerinde olduğunu kanıtlamıştım ama yine de dikkat etmek gerekiyordu. Karbonhidratlı maddelerden, şekerden, hamur işinden uzak durmak lazımdı. Ama yine de susamlı halkalardan 4 tane mideye indirdim. İki bardak çay da içince keyfim yerine gelmişti. Bir keyif sigarası yaktım.

    Kahvaltı salonundan çıkarken garsonlardan birinin bana dikkatlice baktığını fark ettim. Kıvırcık olanı değildi. Herhalde sabahleyin sahilde beni sutyensiz yakalamış olanlardandı. Aman bana ne ya, n'apayım gördüyse. Salla gitsin. Bizim herife söyleyecek hali yok ya. Hem söylerse söylesin. Çok da şeyimdeydi artık. Merdivenlerden inerken alt katta geç kahvaltı verilen salonda bizimkini fark ettim. Tabağına dağ gibi poğaça, börek doldurmuş, tıkınıyordu. Yanına yaklaşıp sordum:

    “Dün gece çok içtin galiba, vakit öğlen oldu.”

    “Felaket başım ağrıyor onun için, hem sana ne bundan!” dedi miskin miskin.
    
    “Eeee sen de içmeseydin o kadar. Beleş içki bulunca kaçırmıyorsun,” diye cevapladım.

    “Sen beni bırak da sen ne yaptın?” diye isteksizce sordu.

    Hiiiç, ne yapacağım. Sabah erken kalktım, denizde çırılçıplak yüzüp ilerideki adaya gittim. Orada da şeyimi kurcaladım. İki kişi de beni seyretti.

    “Biraz erken kalkıp yüzdüm, sonra kahvaltı ettim,” diye cevapladım benimkini.

    “İyi iyi. Ben bir şeyler daha yiyip oyun salonuna iniyorum. Akşama görüşürüz.”

    Oha! Boşan da semerini ye. Asansöre binip odaya çıktım. Adama bak yahu, göbek Himalayalar gibi olmuş hala tıkınma derdinde. Kapıyı açıp içeri girdim, dolaptan bugün için giyeceğim mayoyu seçtim. Giyinirken gözüm memelerime takıldı. Hafiften bir sarkma vardı ama yine de idare eder gibi görünüyordu. Rus kızlarıyla yarışamazdım ama Alman karılarına beş basardım. Aynada düz ama aşağılara doğru hafif bir bombe yapan karnımı seyrettim. Dikkatli olmak gerekiyordu. Yağlılardan uzak durmalı, şekeri azaltmalıydım.

    Sahile indiğimde plaj yükünü almış durumdaydı ve adım atacak yer yoktu. Boş bir şezlong bulmak için etrafta dolaşmaya başladım. Sonunda bir tane bulmuştum ama o da gölgelikteydi. Güneşe çekmek için elimdeki çantayı yere bıraktım. Tam şezlonga yapışıp çekecektim ki bir ses, “Abla bırak, ben çekerim nereye istersen,” dedi. Dönüp arkama baktım, kıvırcık saçlı garson sevimli mi sevimli gülümseyip duruyordu. “Tamam şekerim,” deyip bırakacağı yeri işaret ettim. Sonra da çantamı alıp çektiği yerin başucuna bıraktım. Üstümdeki havlu bornozu çıkarıp çantaya koydum, şezlonga uzandım. Baktım gitmiyor hala başımda durmuş, soru dolu gözlerle kafamı kaldırıp gülümsedim:

    “Hayrola?”

    “Abla, ben burada görev yapıyorum 5'e kadar. Bir şeye ihtiyacınız olursa...”

    “Sağol hayatım, bir soda getirmekle başlayabilirsin. Limonlu olsun.”

    “Hemen abla ne demek.”

    Sevimli çocuktu ama bu abla muhabbetine gelemiyordum. Ondan en az on beş yaş büyüktüm ama yine de bu hitap şekli bana yaşımı acı bir şekilde hatırlatıyordu. Biraz da otuz beş yaş kompleksimi ve korkumu. Ne de olsa otuz üçteydim ve kırka az kalmıştı. Sodayı beklerken çevreme şöyle bir göz gezdirdim. Rus kadınları gerçekten genetik olarak diğerlerinden farklılığını gösteriyordu. Hem boyları uzun hem de kalçaları yüksek duruyordu. Memleket kadınları ise ya düşük kalçalı ya da kısa bacaklıydı. Ben zamanında voleybol oynadığım için epey şanslıydım ama boyumun 1.70'den de fazla olmasını isterdim. Amaaaan salla gitsin, eğer mutluysan senden güzeli yoktur bu dünyada... Peki ben mutlu muydum?

    Bir beş dakika sonra soda geldi. Pampişim benim, ne güzel de süslemiş bardağı. Kenarına kokteyl için kullanılan plastikten şemsiye takmış. Ona sıcak bir teşekkür ettim. Sodadan bir yudum aldım, harika. Buz gibiydi.

    “Teşekkür ederim tatlım.”

    “Ben teşekkür ederim abla.”

    “Yarım saat sonra bir tane daha getirirsin.”

    “Tabii tabii, ne demek? Enişte nerede, gelmiyor mu daha?”

    “Kahvaltısını bitirmedi henüz.”

    “Abi de maşallah boğazına düşkün.”

    “Öyledir o.”

    Gülüştük.

    “Yüzmeyi seviyorsunuz galiba.”

    “Evet bayılırım denize.”

    “Sabah erkenden kalkmışsınız, yüzerken gördüm sizi.”

    Trink jeton düştü işte. Sabah beni yarı çıplak gördü ya, etkilenmiş çocukcağız. Pek yüz vermiyorum yine de. “Eh işte tatilin tadını çıkarmak gerekiyor,” deyip çantadan kitabıma uzandım. Öylece birkaç saniye durduktan sonra izin isteyip yanımdan ayrıldı. Bir müddet kitap okuyup sonra etrafı seyrettim. Yavaş yavaş millet öğle yemeğine gider birazdan. Tam tekrar kitaba dönecekken elli metre ileride bizimkini fark ettim. Yine o boş gezenin boş kalfası hımbıl arkadaşlarının yanına gitmişti pezevenk herif.

    Terliklerimi çıkarıp denize doğru yürüdüm. On metre kalmışken koşmaya başlayıp balıklama suya atladım. Suyun bedenime çarpmasıyla sarsıldım, dibe daldım. Bir müddet suyun altında gittikten sonra yüzeye doğru kendimi bıraktım. “Ohh dünya varmış.” Hızlı hızlı kulaç atmaya başladım açığa doğru. Bir süre kulaç attıktan sonra geri dönmeye karar verdim. Bu on gün içerisinde ne kadar hareket edersem o kadar formumu korumuş olurdum. Ne kadar köfte o kadar ekmek hesabı. Sahile çıktım, şezlonguma doğru yürüdüm. Çantamdan havluyu alıp kurulanmaya başladım. Göğüslerimin ucu yine serin suyla iyice kabarmış, sertleşmişti. Mayoyu da değiştirmek gerekiyordu. Havluyu belime sardım ve şezlongun ortasına oturup bikinimin altını çıkarmaya çalıştım. Ufff hiç de sevmem havlu altından mayo değiştirmeyi. Ama kabinler de epey uzakta kalıyordu. Gidemem şimdi oraya, üşenirim.

    Bir dakika kadar uğraştıktan sonra mayomu havlunun altından çıkarmayı başardım. Çantaya uzanıp yedeği aldım. Şimdi bunu giymek daha zordu. Ayaklarımdan geçirdim ama havlunun altından belime nasıl çekeceğim? Aklıma parlak bir fikir geldi. Oturup havluyu çözdüm ve külotu dizlerime kadar çektikten sonra birden ayağa kalkıp kalan kısmını da yukarıya çektim. Bu bir saniyelik süre içinde popom çıplak görünmüştü ama sabahki yaptığımdan sonra bunu normal karşıladım. Arkamı dönüp çantadan bikini üstünü aramak için eğildiğimde de... Bingo! Bizim garson yine karşımda.

    Elinde yine soda bardağı vardı. “Yarım saat geçince getir demiştiniz de...” Sağ ol minnoşum be , sen de olmasan. Burada beni düşünen bir tek sen varsın. “Teşekkür ederim canım,” deyip elinden bardağı aldım. Eeee bikini üstünü nasıl değiştireceğim şimdi? Onun da kolayını buluyorum. Ulen ne kaltağım ben. “Hayatım bir saniye tutar mısın,” deyip bardağı geri uzattım ona. O elinde bardağı tutarken eğilip çantamdan yedek bikininin sutyenini buldum. Garsonun şaşkın bakışları altında üzerimdeki ıslak sutyeni çıkarıp kuru olanını giydim. Bardağı geri almak için elimi uzattığında yüzüne baktım. Gizleyemediği bir hayranlıkla beni seyrediyordu. Ona çektiğim bu sözde göz ziyafetinin etkilerini görmek için çaktırmadan pantolonunun önüne göz attım. Bir şey belli değildi ama bana boş boş bakmasından kayıtsız olmadığını fark edebiliyordum. İyi de o da fazla mı uzun baktı nedir? Aaa resmen o da benim önüme bakıyor ya. Bu kadarı fazla artık. “Nereye bakıyorsun sen?” diye çıkıştım. Kekeliyor, “Abla şey mayonuzun önü... Görünüyor da.” Ne diyor bu oğlan şimdi?

    “Ne mayosu bir tanem? Ne diyorsun?”

    “Abla önünüz sıkışmış da... Şeyiniz görünüyor... Düzeltmeniz gerek...”

    Eğilip mayomun önüne bakıyorum. Aaaa haklı çocuk. Rezalet! Aceleyle çekeyim derken bir yarısı dışarıda kalmış bizim küçük Lamia'nın. Bizim üçgenin sol dış dudakları kafasını uzatmış, “Merhaba, ben buradayım,” diyor. Kumaşı hemen elimle düzeltip saklanması gereken yeri örttüm. Garsona dönüp: “Tamam şekerim, şimdi git sen,” dedim. Allah kahretsin, rezalete bak. Çocuk sabah memelerimi görmüştü, simdi de resmen amcığımın fotoğrafını çekti.
 
Genç garson her yerimi görmüştü neredeyse. Foto: Selin Radar

    O gidince tekrar kitabıma döndüm. Sanırım kitap okuyarak bir saat geçirmişim. Erken kalktığım için göz kapaklarımın ağırlaştığını hissettim. En iyisi az bir şey kestirmek. Nasıl olsa başımın olduğu taraf da gölgeye geldi şimdi. Şezlongun baş kısmına dürdüğüm bir havluyu yastık yapıp uyuma pozisyonuna girdim. Nedense gölgede hafifçe ürperir gibi olmuştum. Büyük boy havluyu da üstüme örttüm. Kıvrılıp yan döndüm, gözlerimi kapattım. İyi de gel de uyu şimdi. Beş altı şezlong önümde iki genç birbirleriyle yiyişiyorlardı. Tam gözlerimi kapatıyorum bir kıkırtı, açıyorum bunlar dudak dudağa. En iyisi öbür tarafa dönmek. Öbür tarafa döndüğümde ise bizim kıvırcık garsonun olduğu plaj kafeteryası ile burun buruna geliyorum. Adaaam sende. Uzun uzun esneyip tatlı bir uykuya dalmak üzereyim.

20 Aralık 2019 Cuma

Bir Zamanlar Tatilde 3 (Banyoda)


    Odaya çıktığımda bizimkini hala uyur durumda buldum. Bedava içkileri litrelerce tüketmek, kendi gibi hımbıl heriflerle okey oynayıp çevredeki Rus kızları kesmekten başka bir şey yapmıyordu. Bir de zıbarmak. Horul horul uyuyordu su aygırı. Banyoya girdim. Yıkanmalıydım. Denizin tuzu oramı buramı kaşındırmaya başlamıştı. Duşa girdim, suyu açtım. Bikinimi çıkarıp basınçlı suyun altına girdim.

    Her gözeneğimin suyla teması beni kendime getiriyor, algılarımı keskinleştiriyordu. O ıssız kayalıklarda yaptıklarım aklıma geldi. Karma karmaşık duygular tatmıştım. Cesaret, tedirginlik, korku ve özgürlüğü aynı anda yaşamış, şimdiyse zerre pişmanlık duymuyordum. Turist çift de bir güzel beni dikizlemişti üstelik. Seyrettiklerini fark edince çok  utanmıştım ama şimdi sırf bu sebepten sapıkça şeyler kurgulamaktan kendimi alamıyordum.

    Ya orada alkışlamakla yetinmeyip yanıma gelselerdi? Adam görebildiğim kadarıyla iri yarı birine benziyordu ve onu zapt etmek imkansıza yakındı. Beni arzulamış olabilirdi. Hatta belki kadın bile. Öyle miydi acaba? Ya öyleyse? İmkanı var mıydı bunun? Peki bana zorla bir şeyler yapmaya kalksalar engel olabilir miydim? Daha doğrusu engel olmak içimden gelir miydi? Bileklerimden kavrayıp beni yere bastıran kuvvetli kollar, üzerime abanan bir gövde. Elimi farkında olmadan vücudumun kuytularında dolaştırmaya başlamıştım.

Bütün kirler ve pislikler akıyordu. Foto: Sadık Yarasa

    Dudaklar düşlüyordum. Kimliği belirsiz, cinsiyetsiz dudaklar. Daha doğrusu dudaktan ibaret iki yaşam formu. O adamın ve o kadının dudakları mı? Hayır... Bilmiyorum... Belki de... Aslında kim ya da kimler olduğu önemli değil, sadece göğüslerimin uçlarında dolaşıp emen, somuran, çekiştiren,  hafifçe ısıran, becerikli iki ayrı dudağın olabilmesi önemliydi. Onlar! Evet onlar! Kahretsin, itiraf ediyorum. Onlar!

    Küvete uzandım. Elim bacak aramdaydı. Tekrar o ıssız kayalıklarda yaptığımı yapsam mı? Islaklığımın yayıldığını hissediyordum. O kıvamlı şurup yarığım boyunca süzülmüş, anüsüme kadar inmişti. O kayganlığı kadınlığımın girişinden aşağılara doğru takip ettim, parmağımı o sıcak ama mühürlü deliğe yaklaştırdım. Hafifçe bastırıp yokladım. Nasıl da daracık ve gergindi. Zorlasa mıydım? Fakat bunu yapan ben değildim aslında. Tüm suç onlardaydı. Heyecanla titredim. Sözde oteldeki odadaydım ama zihnimin derinliklerinde tekrar kayalıklara dönmüştüm. Ve o adam, karısının gözü önünde beni her iki tarafımdan kullanıyordu. Karısı ise ona engel olmak şöyle dursun... Offff Tanrım... Çok çaresizim onların karşısında ama hiç de şikayetçi değilim. Erkek ne kadar sert ve kararlıysa, kadın da bir o kadar kadife kıvamında. Baştan çıkarıcı, sevecen, yumuşak ve inanılmaz şefkatli... 

    Ah hayır kızım, hayır! Düşünme böyle şeyler. Yoldan çıkmamalısın. Bak yine kesik kesik solumaya başladın. Hadi toparlan.

    Kafama üşüşen görüntüleri zorlukla uzaklaştırıp duşun mandalını yukarı kaldırdım ve akan basınçlı suyun altına verdim kendimi. Gözüm musluğa ve duşa kumanda eden mandala takılmıştı. Kromajlı silindirik demir öylece sepesert karşımda duruyordu ve kasıklarımla aynı hizadaydı. Bir adım atıp bacağımı kaldırmam yeterliydi. Oh saçmalama! Düşünme bile bunu. Çok oluyorsun sen. Duş mu alacaksın ne yapacaksın, bir an evvel yap, çık şu banyodan.

19 Aralık 2019 Perşembe

Bir Zamanlar Tatilde 2 (Adada)

   Fakat o an denizdeydim ve özgürdüm. Hazır üstümü çıkarmışken altımı da fora ettim. Kaybolmasınlar diye de sutyenimin askılarını bikininin külotuna bağlayıp koluma bilezik gibi doladım ve düğümledim. Şimdi suyun içinde çırılçıplaktım. Bir müddet öylece yüzdüm. Bir ara dinlenmek içini suyun üstünde sırt üstü hareketsiz durdum. Yüzeyde beliren çıplak memelerimi ve pubik kıllarımı seyrettim. Banyo yapmaktan çok farklıydı. Hem doğayla baş başaydım hem de herkesten ve her şeyden uzak özgürdüm.

Rabia Hanım, Sadık Yarasa ile beraber. Foto: Selin Radar

     Artık yasak olan bir şeyi yapmanın heyecanıyla mı yoksa tuzlu suyun etkisiyle mi bilmiyorum meme başlarım acayip sertleşmişti. Tam kendi kendime, “Bu kadar çılgınlık yeter kızım, artık çık denizden,” derken gözüm otelin açığındaki adacığa ilişti. Adacık dediysem, kayalıklar ve birkaç zeytin ağacı dışında üzerinde bir şey olmayan, kıyıdan bir kilometre uzakta bir kara parçası. Aniden oraya yüzmeye karar verdim. Böylece kondisyonumu test etmiş olacak hem de kıçı kırık bir macera yaşayacaktım. Kendi çapımda ve ancak benim gibi küçük burjuvaların yaşayacağı ölçütte sözde ekstrem bir deneme!

    Yolu yarılamışken bir motor sesi duydum. Kafamı yana çevirdim bir tekne 8-10 metre kadar uzağımdan geçti. Dümende şakakları hafif kırlaşmış bir adam ve yanında kırklı yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir kadın vardı. Geçerken ikisi de bana el sallayınca karşılık verdim. Nasıl olsa suyun içindeyim, beni o halde görmelerine imkan yoktu. Tiplerinden turist olduğunu varsaydım. Sabahın köründe tekne kiralayıp etrafta kim dolaşır ki turistlerden başka?

    Adacığa vardığımda gerçekten bitap bir haldeydim. Denizden uzaklık tahmini ile hedeflediğin yere yüze yüze gitmek arasında epey fark varmış. Resmen iflahım kesilmişti. Küçük kumsalına ayak bastığımda yüzüstü kumlara kapaklandım ve birkaç dakika öylece kaldım. Nefesim kesilmişti. Ancak tüm bunlara karşın kendimi felaket özgür hissediyordum. Ayrıca kondüsyonumdan da hoşnut kalmıştım.

   Biraz dinlenince halimi epey komik buldum. Hele o ilk sahile varıştaki durumum. Kumsalda dizleri ve dirsekleri üzerinde duran çırılçıplak, denize karşı domalmış soluk soluğa bir kadın. O anda bir balıkçı motoru geçse çevreden ve beni görseler, herhalde cinlerin oyunu zannedip son sürat uzaklaşırlardı. Ya da cin min dinlemeyip... Neyse...

    Baktım keyfim yerinde, “Hadi adayı keşfe çıkayım,” dedim. Öyle Havva Anamız kılığında adayı dolaşmaya başladım. Alt dalları kötü budanmış yabani zeytin ağaçlarını teftiş ettim. Sanırım ara sıra bu tarafta konaklayan balıkçılar burada ateş yaktıklarından kömürleşmiş otlar vardı. Bunu görünce bir an adada benden başka insanlar da bulunabilir, diye aklımdan geçmedi değil ama umursamadım. “Koyver gitsin, Amazonlar Kraliçesi sefil adanızı ziyarete geldi insancıklar. Savulun len!” Böyle böyle kendimi neşelendirerek küçük krallığımı kolaçan ettim.

    Öbür tarafta üstü düz kayalıklar vardı. On dakika orada güneşlenip otele geri dönmeye karar verdim. Denize yakın ve üzeri en az pürüzsüz olan bir tanesini seçip uzandım. Ohhhh! Güneş yavaş yavaş çıplak vücudumu ısıtıyordu. Suratımda güneşlenenlere özgü o aptal yüz ifadesiyle birkaç dakika orada öylece yattım. Fazla ısınmış olmalıyım. Sonra elim göğüslerime gitti. Denizin tuzu ve güneşin etkisiyle uçları hafif hafif yanıyordu. O yanma hissini gidermek amacıyla iki elimle avuçladım ve bastıra bastıra ovuşturdum onları. Memelerimin ucu küçük çakıl taşları gibi sertleşmişti. Başımı kaldırıp uçlarına baktım. Renkleri koyulaşmıştı. Tekrar kafamı kayalığa yerleştirdim. Canım daha şeytani bir şeyler yapmak istiyordu. Elim kasıklarıma indi.

    Burada, bu ıssız kara parçasında hiç olmazsa birkaç dakika kendimle olayım, kendimin olayım düşüncesiyle sol elimle göğüslerimi ovuştururken sağ elimle de yarığımı tembel tembel hafifçe okşamaya başladım. Belki bu bana iyi gelirdi. Kadınlığım da bedenimin diğer kesimleri gibi tuzlu suyun ve güneşin etkisiyle hafif hafif yanmaktaydı. Kimsenin beni göremeyeceğini biliyordum ama kalbim gümbür gümbür atıyordu. Heyecan? Kendi vücudumu keşfetmenin heyecanı mı? Ah hayır? Kendim olmaktan kaçamam ki! Açlığımı ancak başka bir vücutun teması giderebilirdi. Ama ne çare ki o bir başkası dediğimiz varlıklardan bana uygun biri yanımda mevcut değildi. Heyhat! Kendimle idare edecektim her zaman olduğu gibi. Bu kadar basitti işte.

    Gözlerimi kapatıp başımı geriye attım ve o çok keyifli yolculuğumu daha derinlere doğru devam ettirdim. Bir süre sonra parmağıma yapışkan hafif bir ıslaklık geldi. Parmaklarımın ucuyla yarığımdaki pınardan hafif hafif sızmakta olan ıslaklığı da okşadım. Aklımda hiçbir şey ve hiç kimse yoktu. Somut anlamda bir başkasını düşlemiyordum. Herkesi uzaklaştırmıştım ve o an bomboştum. Bu boşluğu biraz olsun doldurmak amacıyla iki parmağımı birden önümdeki sıcak yuvanın içine ittirince soluklarım sıklaştı. Yüzerken olduğu gibi nefese nefeseydim. Parmaklarımı iyice dibe ittirmek istercesine bacaklarımı iki yana açmıştım. Çılgınlık mı? Yok canım, binlerce yıldır her yalnız kadın ve erkeğin yaptığını yapıyordum altı üstü. Devam!

    Kalçalarım iyice yerden yükselip havaya kalktığında klitorisimi, o sihirli düğmeyi uyarmaya başladım. Çok fazla oynamaya gerek kalmadan belimin geldiğini hissettim. Yumuşacık ve ılık ılık boşalıyordum. Gittikçe hafifleyen seyirmelerin eşliğinde kalçalarım tekrar kayalığa indiğinde tam anlamıyla doymamış olduğumu fark ettim. Tekrarlamalıydım. Yine o büyülü çıkıntıyı okşamaya, şimdilik benim için dünyanın merkezi olan o minik ve kaygan noktanın etrafında parmağımın ucuyla küçük daireler çizmeye başladım. Kalçalarım aldığım zevkten dolayı tekrar istemsiz bir şekilde havalanmıştı. Parmaklamanın hızını iyice arttırdım. Derinlerden bir yerden kuvvetli bir fırtınanın patlamak üzere olduğunu duyumsuyordum. Bu ıssız adacıkta istediğim gibi inleyebilir hatta çığlık bile atabilirdim. Bağırdım da! Hiç ummadığım bir anda şiddetli bir kasılma başlamıştı bacaklarımın arasında. Bu kadar çabuk mu? Karın kaslarım şiddetli bir biçimde seyirip bu gerilime eşlik ediyordu. Kasırga böyle midir? Kadınlığımdaki yanma hissine ise akıl erdiremiyordum. Sırf güneşten mi peki? Güneştendir güneşten. Oh hayır! Değildi. Birkaç saniye sonra ne olacağını görecektim.

    Hızlı hızlı parmaklamaya devam ederken o tatlı tatlı yanmanın sebebini de nihayet boşalmak üzereyken anladım. Kesik kesik çığlıklar atıp orgazm olurken bacaklarımın arasından altın sarısı bir su fışkırıyordu. Bitirmiştim kendimi ve kasırganın en zirvede olduğu an sağanak yağmur da başlamıştı. Yarım dakika sonra fırtına dindiğinde uzandığım kayanın yüzeyinde birikmiş idrarıma aldırmadan kalçalarımı tekrar yere indirdim. Nasıl olsa tekrar denize girecektim, sorun neydi ki? Her tarafımı tatlı bir uyuşukluk kaplamıştı ve gökyüzünde yükselen güneşin sıcaklığına rağmen tir tir titriyordum. Gözlerimi kapattım. Fakat yüzüm gülüyordu. Aptalca bir sırıtış vardı dudaklarımda.

Rabia Hanım, Sadık Yarasa ile beraber. Foto: Selin Radar

    Bir beş dakika öylece sırt üstü yatıp dinlendikten sonra ayağa kalktım ve tatil köyüne geri dönmek üzere denize doğru yöneliyordum ki duyduğum alkış sesiyle neredeyse ödüm bokuma karışacaktı. Hani burada kimsecikler yoktu? Korkuyla sesin geldiği yere döndüm. Denizdeyken teknede gördüğüm adamla yanındaki kadındı. Demin uzandığım kayanın on metre sağında başka bir kayalığın karanlık gölgesinde oturuyorlardı. Bu yüzden onları fark edememiştim. Onlar başından sonuna kadar marifetlerimi seyretmişlerdi. Kadın el sallıyor adam da sırıtıp bir eliyle baş parmağını yukarı kaldırmış sözde beni onaylarmış gibi yapıyordu. Salak gibi ben de utanç içinde onlara el salladım. Sihir sona ermişti. Aceleyle denize atlayıp yüz metre yüzüp iyice adadan açılmadan durmadım. Ya başkaları da olsaydı? Hem ele güne rezil olacaktım, kimbilir, belki de başıma kötü şeyler gelecekti. Yüze yüze otelin önündeki plaja vardığımda aptal gibiydim. Ancak dönüş yolunu daha rahat aldığımdan kondisyonumdan yine hoşnut kalmıştım. Bu da beni epey mutlu etti. Daha dur bakalım Serpil, otuz üç yaş her şeyin sonu değil.

    Sahile yaklaştığımda sular sığlaşmadan bikinimin altını giydim. Fakat kocama ve tüm çevreye inat, plaja adım attığımda hala üstsüzdüm. Üzüm salkımları gibi sallanan çıplak memelerimi göstere göstere denizden çıktım. Plajın yanındaki cafe henüz kalabalıklaşmamıştı ama tanıdık garsonlardan bir ikisi herhalde oradaydı. Bir tanesinin şaşkınlık ve biraz da hayranlıkla bana baktığını fark ettim. Kumral kıvırcık olan ve bana en güzel votka-limonları hazırlayıp, “Afiyet olsun yenge,” diyen mahcup delikanlıydı bu. Acaba şu an beni gören genç garsonlara gece mastürbasyon malzemesi olabilir miydim? Yok canım, ilah vücutlu Rus kızları varken bana sıra gelmezdi ama ne yapalım o an kraliçe bendim. Neyse, yine de bu seronomiyi fazla uzatmamalıydım. Binaya yaklaşınca bikinimin üstünü giydim.

18 Aralık 2019 Çarşamba

Bir Zamanlar Tatilde 1 (Denizde)


     İki yıl önce eski kocamla güneydeki bir tatil köyüne gitmiştik. Güya bitmekte olan evliliğimizi kurtaracaktık. Ne büyük yanılgıymış. Bir çok şey orada bitecek,  yeni ufuklara oradan yelken açacaktım. Ey sevgili günlük, dinle beni...


     Otelde yabancı turistlerin egemenliği vardı ve bizim gibi yerliler azınlıktaydı. Her şey dahil sistemi olduğundan tesis dışına çıkmak pek içimizden gelmiyordu. Zaten nereye gideceksin ki? Ye, iç, yat, zıbar. Başka numara yok. Koca denilen adam da iki günde garsonlardan ve oteldeki birkaç kendine benzeyen heriften çevre edindi, bütün gün okey oynuyor, onlarla laklak yapıyor, benim de feci mi feci canım sıkılıyordu. Bir şeyleri konuşmak yerine sürekli susuyordu. Sanırım bana nafaka vermemek için ne taklalar atacağını düşünüyordu. Mecburiyetler karşısında ne yapabilirsin ki? Bana artık iyice yabancılaşmış ve beni başından nasıl atacağını kurgulayan bir herifle paylaşacak neyim vardı ki. İstanbul burnumda tütüyordu. Bu on beş günü nasıl geçireceğim konusunda oldukça sıkıntılıydım.

Rabia Hanım, Sadık Yarasa'ya poz vermiş.

     Sanırım üçüncü gündü. Sabah erken kalktım. Bir süre yatakta oturdum. Sonra odanın balkonuna çıktım. Tatil köyü bu saatte oldukça sakindi. Bu dinginliği ve huzur veren sessizliği bozan sadece benimkinin odadan gelen horlamasıydı. Geceleyin nasıl olsa beleş diye bulduğu her türlü içkiyi mideye indirmiş, top atsan uyanmazdı. Yapacak bir şey olmadığından mayomu giyip aşağıya indim. Barlar daha o erken saatte henüz açılmamış, sadece kahvaltı salonunda hazırlık yapan garsonlar masaları ayarlıyordu. Ben de plaja indim. Benim gibi erkenci olan birkaç yaşlı turist şezlonglara havlu bırakıp erkenden yer kapma derdindeydi. Manyaklar! Madem tatile geldin ne diye strese giriyorsun. Yat odanda öğlene kadar zıbar. Nasıl olsa öğleden sonra o havlu bırakılan şezlongların sahipleri deniz faslını bitirip kafeteryalara dağılıyor, öğleden sonra da adam gibi denizine gir ne var yani?

     Hava da şimdiden o biçim sıcak ve nemliydi. Güneş yükselince ne olacaktı Allah bilir. Suya girdim, açığa doğru kulaç atmaya başladım. Yüzdüm, yüzdüm, yüzdüm. Dinlenmek için durduğumda aklıma delice bir fikir geldi. Ne zamandır havuz kenarında ve plajdaki üstsüzlere özenirdim. Tuttum denizin içinde bikinimin üstünü çıkardım. Bir ferahlık, bir ferahlık ki sorma gitsin? Nasıl olsa açıktayım, kim görecek? Bana kalsa kumsalda güneşlenirken de çıkaracam ama bir keresinde bizimkine şaka yollu çıtlatayım demiştim de adam küplere binmişti. Neymiş? Turistler yaparmış ama biz yapamazmışız. Örfümüze adetimize uymazmış. İki yüzlü pezevenk! Kendisi elalemin karısına, kızına bakarken hangi örf ve adeti gözetiyordu acaba?